Sokakta, sosyal medya hep aynı cümleler:
“Geçinemiyoruz...”
“Zamlar belimizi büktü...”
“Hayat çok pahalı...”
Her ağızda bir yanık türkü, her sohbette bir feryat.
Ama aynı insanlar, bir bakıyorsunuz hafta sonu kalabalık kahvaltı mekanlarında, son model telefonlarla hikâyeler paylaşmakta, alışveriş merkezlerinde.
Kredi kartları son limitine kadar kullanılıyor "lüks artık ihtiyaç zannediliyor"
Tatilden dönerken “para yok” deniliyor.
Pahalı arabaların içinden “bu düzen yıkılsın” naraları yükseliyor.
Bu nasıl bir tezattır?
Diline bakarsan acınacak hâlde, yaşantısına bakarsan şaşılacak hâlde!
Zenginliğin adı konmamış, fakirliğin ise rolü ezberlenmiş gibi.
Bir tür “sınıfsal illüzyon” yaşıyoruz.
Sahip olmakla yetinilmiyor, gösterilmek isteniyor.
Gösterirken de şikâyet eksik olmuyor.
Bolluğun içinde şikayet, şikayetin içinde konfor...
Bu da bu çağın alameti olsa gerek:
Diliyle “yoksul” yazdıranların, yaşantısıyla “varlıklı” dövmesi yaptırması gibi bişey bu.
Çünkü insanlar artık sadece yaşamakla kalmıyor, başkalarına yaşadığını da “kanıtlamak” istiyor.
Üstelik bu çarpıklık sadece büyüklerde de kalmıyor.
Biz nasıl yaşıyorsak, çocuk da öyle öğreniyor. Büyüklerin gösterişine tanık olan çocuk, artık bir şekere, bir kurdeleye, küçük bir hikâyeye sevinmiyor. Ne alırsan al, gözü hep bir sonrakinde.
En pahalı kalemler, markalı çantalar, dijital cihazlar...
Ama üretim sıfır.
Ortada bir emek yok, bir gayret yok.
Sadece “aldırmak” var.
Ve ne yazık ki aldığı an kıymeti bitiyor.
İstediği alınana kadar ortalık yıkılıyor, alındıktan sonra yüzüne bile bakılmıyor.
Bir çocuğun gözündeki sevincin bile “fatura tutarı”na bağlı hale gelmesi, aslında geleceğimizin en acı göstergesi.
Biz onları neyle besliyorsak, onlar da onunla büyüyor.
Ve doyumsuz bir nesil, doyumsuz bir toplumun doğal sonucudur.
Ne gerçek bir fakir “ben fakirim” diyor, ne de ölçülü yaşayan “ben yetiniyorum” diyor.
Herkes şikâyet makamında ama harcama sahnesinde de başrolde.
Dilde isyan, elde imkân.
Bu çelişki yalnızca ekonomik değil; ahlakî, ruhsal ve kültürel bir savrulma aynı zamanda.
Çünkü asıl yoksulluk, cebimizde değil; kanaatimizde…
Çünkü asıl zenginlik, kasada değil; karakterde…
Bugün insanlar “ihtiyaç” ile “arzu”yu karıştırıyor.
Zaruret ile israf iç içe geçmiş.
İmkanını aşanı normal sayıyor, yetineni “eksik” görüyor.
Peki bu durum nereye varır?
Tükenmeyen şikayetlerin, doyumsuz isteklerin ve yüzeysel mutlulukların toplumuna... Kanaatin yerine gösterişin, ölçünün yerine abartının geçtiği bir hayata...
Ve bu hayat, nihayetinde insanı tüketir.
Çünkü bolluğun huzur getirmediği, şikâyetin sıradanlaştığı bir çağdayız. Ve bu çağda en çok da, hakikatin sesi susmak üzere diyor sonuna kadar okuyan herkese saygı ve sevgilerimi sunuyorum