Beş yıl olmuş…
Takvim böyle söylüyor.
Ama içimdeki zaman, sen gittiğinden beri hiç akmayı öğrenemedi.

Sen hâlâ bir adım ötede,
bir nefes kadar yakınsın.
Yokluğun hiç eksilmedi,
ama varlığın da hiçbir gün terk etmedi beni.

Sen, yokluğuyla bile var kalan adamlardansın.
Köroğlu yürekli bir Bolubeyi olarak bu hayata iz bıraktın…
Geride sadece bir mezar değil,
bir duruş bıraktın.

Seninle fotoğrafımıza bakıyorum şimdi, ben senin omzuna başımı koymuşum karede.
Hayattta da öyle babacığım, sen şimdi görünmez bir yerdesin belki… Ama yaslandığım yer hiçbir zaman yıkılmaz, değişmez.

Her sabah bir sözünle,
her gece bir anınla yaşıyorum.
Seninle kurduğumuz bağ,
ölümün bile değiştiremediği bir biçimde sürüyor; ve bunu beni tanıyan herkes farkediyor.
Çünkü gerçek bağlar ölmez, sadece şekil değiştirir. Zaten “ölürse de ten ölür, canlar ölesi değil”, biliyorum.

“İnsanın yasla sınavı; yeniden doğmayı öğrenmesidir.”
Ben yeniden doğmayı senden öğrendim.
Sen yokken bile
beni güçlü kılmak için bıraktığın değerleri,
bir pusula gibi taşıyorum yanımda.

Senin o en çok dinlediğin:
“Ömrümüzün son demi sonbaharıdır artık…”
ve
“Maziye bir bakıver, neler neler bıraktık…”
Ne zaman duysam
gözlerim göğe kayıyor…
Senin mazine bakıyorum, neler bıraktın babacığım,
Duruşunu,
İnsanlığını,
Dürüstlüğünü,
Dostluğunu,
Adamlığını,
Babalığını…. ve saymakla bitiremeyeceğim nice değerlerini.

Ben seni kaybetmedim…
Ben seni göğe emanet ettim sadece.
Sen yer değiştirdin,
hepsi bu.
Yeryüzünden gökyüzüne…
Ama benden hiçbir yere gitmeden.

Beş yıldır,
sensiz uyuyorum belki ama
seninle uyanıyorum.
Her yeni günde
senin kızın olmanın ağırlığını değil,
onurunu taşıyorum.

Mekânın cennet olsun aslan babam…
Senin kızın olmak,
bu hayatta bana verilmiş en büyük paye.
Ben; senin insanlığının pusulasıyla,
senin bıraktığın yerden yürümeye devam ediyorum.
Sessizce…
Gururla…
Dimdik…