Selam sevgili okurlar. Bu hafta, köşemize sadece akılla değil, biraz da kalbimizle bakacağız. Zira çağımızın en büyük imtihanı, veriye ve hıza boğulmuş bir dünyada gönül sesimizi duyabilmek.Bir fırtınanın içindeyiz. Adına “teknoloji” ya da “kalkınma” dediğimiz bu rüzgâr, bizi inanılmaz bir süratle ileriye taşıyor. Artık her şey anlık, her bilgi parmaklarımızın ucunda. İşte bu hızın yeni şampiyonu: 5G!
5G, sadece telefonlarımızın hızını artırmayacak. Otonom araçlardan, akıllı şehirlere, uzaktan cerrahi operasyonlara kadar her şeyi mümkün kılacak. Hayat, matematiksel bir kesinliğe, bir algoritmaya teslim olmuş durumda. Sistem bize sürekli fısıldıyor: “En hızlısı, en verimlisi, en kârlısı budur.”
Peki, bu “en”lerin peşinde, 5G hızında koşarken kaybettiğimiz o küçük ama değerli şeyler ne oldu?
Bize sunulan konfor, adeta kadife bir kelepçe gibi. O kadar yumuşak, o kadar tatlı ki, bizi esir aldığını fark etmiyoruz bile.5G, bekleme süresini (gecikmeyi) neredeyse sıfırlıyor. Artık her şeyin anında olmasını istiyoruz. Oysa eskiden bir mektup beklerdik; günlerce, haftalarca. O bekleyişin içinde bir sabır, bir heyecan, bir değer vardı. Hız uğruna, beklemenin o güzelim terbiyesini yitirdik. Sabır, sadece beklemek değil, aynı zamanda hayatın ritmini hissetmekti.Akıllı evler, akıllı şehirler kuruyoruz. Ama bu akıllılık bizi yalnızlaştırıyor. Her ihtiyacımızı dijital platformlardan gidermek, kapı komşumuzu tanıma zahmetinden bile bizi kurtarıyor. Gönül sıcaklığının yerine, cihazların soğuk verimliliğini koyduk. Bizi aynı bina içinde bile birbirimizden ayıran o görünmez duvarlar, en temel insani bağımız olan dayanışma hissimizi çaldı.Ekranlar, bize saniyede yüzlerce bilgi sunuyor ama hiçbirini tam olarak sindirmemize izin vermiyor. Her şeyi biliyor, ama hiçbir şeyi derinlemesine anlamıyoruz. 5G’nin getirdiği bu muazzam veri akışında, ruhlarımız yoksullaşıyor çünkü bilgeliğin kaynağı hız değil, sükûnet ve tefekkürdür.
İşte en büyük sorgulama burada başlıyor: Bir millet, konfor ve hız uğruna ruhunu satar mı?
Kalkınma dediğimiz şey, eğer bizi insana yabancılaştırıyorsa, çocuklarımızı sadece “veri” olarak görüyorsa, o kalkınma enkazdır. Hesap makinesiyle ölçülen zenginlik, gönül terazisinde sıfır çekebilir.Bu hız treninden inmek zor biliyorum, ama pusulamızı yeniden ayarlayabiliriz:Kararların sadece rasyonel olması yetmez; merhametli olması da gerekir. Yönetenlerimize ve kendimize sormaktan çekinmeyelim: “Bu hız ve verimlilik, kalbimi rahatsız ediyor mu?”Gönüllü işlere zaman ayıralım. Teknolojiyi kapatıp, bir dost meclisinde yüz yüze, samimi bir sohbete dalalım. Yitirdiğimiz o sabır ve emek kültürünü, kendi küçük hayatlarımızda yeniden yeşertelim.Kalkınmanın hedefi, her bireyin sadece karnını doyurmak değil, aynı zamanda ruhen doyurmak olmalıdır. Çünkü bir milletin en büyük zenginliği, mutlu ve vicdan sahibi insanıdır.
Unutmayalım ki, makineler ne kadar akıllı olursa olsun, bizim hikâyelerimizi, acılarımızı ve umutlarımızı asla yazamaz. Bu yüzden, teknokrasinin dayattığı hız ve verimlilik çılgınlığında, kendi hikâyemizin başrolünde kalmalıyız.
Kısa bir bilgilendirme:Değerli okurlar, analizlerimize ve saha çalışmalarıma daha fazla odaklanmak amacıyla, 2026 yılına kadar bu köşedeki düzenli yayınlarıma bir süre ara veriyorum. Bu süreçte birikimlerimi artırarak, yeni yılda daha güçlü ve güncel verilerle sizlerin karşısında olmayı hedefliyorum. Anlayışınız için teşekkür eder, en kısa sürede görüşmek dileğiyle hoşça kalın.