“Ünlü süvarilerin, harp meydanlarında kahramanca dövüşen Türk yiğitlerinin harman olduğu diyar! Bozok Yaylası’nın çocukları! Var olun!”

Gâzî Mustafa Kemâl Paşa

3 Şubat 1934 Yozgat

Millî Mücadele bitmiş, zor zamanlar geride kalmış, harpler bitmiş, yeni bir devir başlamıştır. Millet, dertlerine bir mim koymak ve üzeri küllenmiş yaralarını sarmak için yeni bir mücadelenin içine girmiştir. Bir seferberlik de yeniden ayağa kalkmak için ilân olunmuştur. Yediden yetmişe hayatta kalan memleket evlâdı, köklerden yeniden filiz verip başağa durmak, bereket olup taşmak için çırpınmaktadır.

Mustafa Kemâl Paşa (Eski Yozgatlılar Mustafa Kemâl Paşa’ya, Gâzî ya da Gâzî Paşa diye hitap ederlerdi.), ahvâli yerinde görmek ve milletiyle görüşüp halleşmek için yollardadır, memleketi gezmektedir. Mevsim güzdür Yozgat’ta. Çift çubuk ortadadır, harman zamanıdır! Kayseri’den otomobille yola çıkan Gâzî Paşa’nın Yozgat’a gelmesi beklenmektedir. Heyet, 1924’ün 15 Ekim günü, bir süvari müfrezesinin refakatinde Boğazlıyan’a gelir. Bir müddet kalınır. Boğazlıyan’dan hareket edildikten sonra yolu sarp Yazır Dağı aşılır.

Gâzî, yol boyunda bulunan köylerin ahalîsinin sevgi seli arasından geçer. Sırçalı Tekkesi Köyü’nden sonra karşılamaya gelen atlıların refakatinde, yol kenarında çadırları kurup bekleyen Poyrazlı Köyü’nün Çerkezleri tarafından yolda durdurulur. Arabadan inip bir süre sohbet eder. Önceden hazırlanan yemek ikramına çok az bir miktar iştirak ettikten sonra yola devam eder.

Gâzî Paşa, ikindi üzeri kendisini yolda karşılayan Battallı atlılarla birlikte Battal Köyü’ne bir sevgi ve saygı seli arasında gelir. Battal’ın girişinde, Hacı Osman Ağazâde/Kapusuzoğlu Mehmed Kâmil Ağa (d. 1872 v. 1947), Battallı İmam diye meşhur Süleyman Ağa (d. 1882 v. 1938) ve köylüler olduğu hâlde karşılanır.

Battal’ı ziyaretten dolayı şükürcelik kurban kestirilecektir. Elindeki bıçakla, ayakları bağlı yerde yatan tosunun başında bekleyen Kula Halil, ağaların işareti ile tekbir alıp tam bıçağı çalacakken Gâzî’nin kurbanın kesilmemesini işaret etmesi ile bir an duraklar. O sırada otomobilden inmeyen Lâtife Hanım’ın arabanın camını açıp: “Çal evladım çal.” demesiyle birlikte, zaten fırsat kollayan Kâmil Ağa’nın işareti üzerine kurban kestirilir. Yemeğin Poyrazlı Köyü’de yenildiğinin öğrenilmesi üzerine, biraz dinlenmesinin ardından Gâzî’ye kahve ikramında bulunulur.

Gâzî’nin Battal’a uğramalarının hususî bir sebebi vardır. Bu mühim sebep Millî Mücadele sırasında ağaların yaptıkları yardımlardır. Gâzî, ziyaret sırasında, Millî Mücadele’ye “üç erkek sürü koyun ve bir balak derisi altın” veren Süleyman Ağa ile, “Üç bin Kırmızı Lira” veren Mehmed Kâmil Ağa’ya teşekkür ettikten sonra, onlarla bir müddet sohbet eder. Köy ve civarı ile bölge tarihine dair Mehmed Kâmil Ağa’dan sorduğu suâllerin cevabını alır.

Gâzî Paşa, Süleyman Ağa’ya: “Söyle bakalım Ağa! Verdiğiniz sürüler ve paranın karşılığını devletiniz size ödeyecek. Buna karşılık size Ankara’dan yer vereyim, ne dersiniz!” der. Süleyman Ağa da: “Paşa Hazretleri, bizler devletimizle varız ve sadece çiftçilikle uğraşıyoruz. Hem karşılığı da ne oluyor! Paşam sağ olsun!” diye mukabelede bulunur. Mehmed Kâmil Ağa da Süleyman Ağa’nın cevabını tasdik eder. Gâzî, ağaların bu cevabına memnun olur ve iltifatlar eder. Kendilerini Ankara’ya davet eder. Bu ziyaretin ardından Süleyman Ağa Ankara’ya gitmiş Çankaya’da Gâzî ile görüşmüştür. Mehmed Kâmil Ağa ise Ankara’ya 1936’da gitmiştir. Bir süre sonra Battal’dan ayrılan Gâzî, Yozgat’a gitmek için yola koyulur.

Heyet, Yozgat’a yaklaşır. Soğluk Dağı’nın yavaş yavaş başlayan yükseltisi aşılır. Boruklu Yazı’dan itibaren Elekçi Yokuşu’nun tepesine kadar olan kısımda bekleyen Yozgatlı atlılar tarafından karşılanır. Yozgat’a doğru gelirken, Sarıtopraklık’a varmadan, Eskipazar Mahallesi’nin sonunda, bağların alt kısmında resmî karşılama merasimi yapılır. Resmî uğurlama merasimi de yine aynı yerde olur. Gâzî Paşa, geç vakitte yol boyunda bekleyen Yozgatlıların sevgi gösterileri arasında şehre girer.

Ancak Gâzî, yol boyunda ve etrafta çok sıkı emniyet tertibatı alındığını, köprüleri de bizzat subayların tuttuğunu görür. Ertesi gün aynı sıkı güvenliği görünce: “Derhâl sıkı emniyet tertibatını kaldırınız. Yurttaşlarımla aramda hiçbir engel bırakmayınız. Millî Mücadele’de fevkalâde büyük gayret bir gösteren memlekette bana hiçbir şey olmaz!” diyerek, emirleri doğrultusunda, emniyet tertibatının bunaltan engelini kaldırtır. Bunun üzerine emniyet tertibatı göze çarpmayacak bir seviyeye getirilir.

Bu ziyaretten kalan şu hatıraların beyanı da tarihe düşülen bir kayıttır esasında: Malumdur, Yozgat’ta Millî Mücadele sırasında Çapanoğlu Hadisesi meydana gelmiştir. Bu müessif hadisenin açtığı yara fevkalâde derindir fakat maalesef Yozgat İsyanı olarak dillendirilmektedir. Ankara’da da unutulmayan meseleler arasındadır. Bu sebeple Birinci Meclis’te Yozgat Mebusu olan Akdağmadenili Bahri Bey, henüz acısı taze olan Çapanoğlu Hadisesi dolayısıyla Gâzî’ye, Yozgat ahalîsi namına özür beyan eder. Gâzî Paşa ise: “Bırakın Bahri Bey, geçin o meseleyi! Geldi geçti! Kapanmış bir yarayı deşmenin lüzumu yoktur. Yozgat halkı bütün varlığı ile Millî Mücadele’nin yanında yer almıştır. Kahramanlıklarının bizzat şahidiyim!” diye cevap verir!

Yozgat Belediyesi’nin önünde kurban kesilirken Gâzî’nin üzerine kan sıçrar, bu vaziyet bir hayli canını sıkar ve ikâmetine ayrılan Miralay Şerif Bey Konağı’na gidip elbiselerini değiştirip tekrar gelir. Şimdilerde Etnoğrafya Müzesi olarak kullanılan Nizamoğlu Konağı’nın balkonunda kahve içerken, meşhur fotoğrafçı Mümtaz Tiyanşan tarafından fotoğrafı çekilir. Daha evvel tanıştığı, meşhur Akif Paşa’nın ahfadından Sâlim Efendizade Mustafa Arif Paşa’nın (d. 1861 v. 1931) Kirazlı Çiftliği’ndeki köşkünde öğle yemeği yer, kahve içer ve biraz istirahat eder.

Kendisiyle tanıştırılan Mekteb-i Sultanî’nin Din Dersi Muallimi ve Kütüphanenin Hâfız-ı Kütübü Müderris Kavurgalı Mehmed Nuri Efendi’ye: “Söyleyin bakalım Hoca Efendi! Ezan-ı Muhammedî nedir?” diye bir sual sorar. Mehmed Nuri Efendi de: “Ezan-ı Muhammedî, namaza çağrıdır Paşa hazretleri.” diye cevaplar. Bunun üzerine Gâzî Paşa: “Hakk-ı âlîniz var. El-Hak öyledir. Fakat bu vakte kadar mevzuyu kime sormuşsam, bana bir sürü izahatta bulundular. İlk defa siz, kısa ve net ifadelerle çağrıdır dediniz!” diye mukabele eder.

Miralay Şerif Bey Konağı’nda, idarecilerin ve eşrafın hanımlarının bulunduğu bir topluluk, Lâtife Hanım’a ev sahipliği yapmaktadır. Lâtife Hanım, Yozgat’a dair merak ettiklerini sorar. Ev sahipleri dilleri döndüğünce anlatırlar memleketlerini. Bir ara lâtife Hanım: “Peki, Yozgat’ın neyi meşhur?” diye sorar. Hayli kilolu hanımlardan biri büyük bir keyifle cevaplar: “Hanımefendi, bizim Yozgat’ın aha şu göbaaam gibi ilâheneleri meşhur.” diye cevaplar. (Mahallî telâffuzda, göbaam, göbeğim; ilâhene, lâhana demektir.)

Gâzî, dolu dolu geçen Yozgat ziyaretlerini 17 Ekim tarihinde tamamlar ve coşkulu kalabalığın arasında, “tekrar gelmeye söz vererek,” Yozgat’tan ayrılır…

Mustafa Kemâl Paşa’nın 1924’deki ziyaretinin ardından on sene geçer.

Ahalî, 3 Şubat 1934’te soğuk bir kış gününde Kırşehir üzerinden Yozgat’a gelen Gâzî’yi karşılar. Esasen on senenin ardından yapılan bu ziyaret, hiç şüphesiz, Gâzî’nin Bozok’a ve Yozgat’a olan alâkasının pek bariz bir tezahürüdür.

Gâzî, aynı gün, ahalînin sevgi gösterileri arasında, Hükümet Konağı, Belediye ve Alay Kumandanlığı’nın ardından Halkevi’ne gelir. Halkevi’ndeki merasimde, şair Nizami Nefesli olarak tanınan Mehmet Nizamettin Nefesli (d. 1907 v. 1987), Gâzî’nin huzurlarında bir şiirini okur:

Çerağı söndürülmüş karanlık bir vatanı

Işıkla dolduranın şu büyük armağanı

Sayması gurur veren İnönü Dumlupınar

Eşsiz inkılabınla daha bin mucizen var

Bilginin güneşine cehâleti boğdurdun

Bir avuçluk on yıla asırları doldurdun

Ana yurdu süslüyor bin fabrika bacası

Ergani’den geliyor medeniyet nârası

Yükselişte cihana dehân emsâl olacak

Türk adı anılınca akan sular duracak

Yanında küçük kalır tarihteki büyükler

Gâzî , ancak seninle iftihar eder Türkler

Ruhumuzu bağladık kurtarıcı ismine

On beş milyon Türk kalbi çerçevedir resmine

Gâzî, şiiri dinledikten sonra, genç şair Nizami Nefesli’ye kendisinden bir arzusu olup olmadığını sorar. O da: “Sıhhatinizi dilerim Paşa Hazretleri. Ancak bir memuriyet rica ederim.” diye karşılık verir. Gâzî: “Bu delikanlıyı posta memuru yapın.” diye talimat verir. Emrin icabı yerine getirilir. Nizami Nefesli, Gâzî’nin vesilesiyle posta idaresinde vazifeye başlar, uzun süren bir memuriyetin ardından müdürlükten emekli olur.

Gâzî, Yozgat Lisesi’ne gider ve derse girer. Yozgat Lisesi’ni ziyaretleri sırasında girdiği sınıfta biraz ders dinledikten sonra hoca ve talebeye Türk tarihi ile ilgili suâller sorar. Aldığı cevaplardan hoşnut olur. Girdiği sınıfta, görür görmez ismi ile hitap ettiği, Millî Mücadele’de Ankara Karargâhı’nda Merkez Muhabere Birliği Kumandanı ve Mülâzım-ı Evveli rütbesiyle büyük hizmetiyle yakından tanıdığı Fizik ve Kimya Muallimi Mehmed Vehbi Ulusoy Bey’in dersinden fevkalâde memnun kalır. Dersten sonra Gâzî Paşa: “Benden bir isteğiniz var mı Vehbi Bey?” diye teveccühte bulunur. Vefatına kadar Yozgat’ın ilmine ve irfanına pek büyük hizmetler yapacak olan Vehbi Bey: “Sıhhatinizi dilerim Paşa Hazretleri. Ancak Zat-ı Devletinizden müsaadenizle bir istirhamım var. Eğer tensip buyurursanız mebus olmayı arzu ederim.” diye Gâzî’ye mukabelede bulunur. Ancak bu mukabeleye, Gâzî’nin cevabı hakikaten bir ders olur ve: “Bırakınız Vehbi Bey, bırakınız! Sizin muallim ve bir mürebbî olarak hizmetiniz değil mebusluk, Reis-i Cumhurluğa bile değişilmez. Siz, Türk çocuklarını yetiştiriyor ve nur dağıtıyorsunuz. Eğer maddî bir meşakkatiniz varsa derhâl telâfi olunsun. Hem, ben nasıl olsa mebus bulurum. Fakat, sizin gibi bir muallimi kolay kolay bulamam!” der.

Gâzî, İsmet Paşa Mektebi’ndeki ziyaretten sonra gün boyu sürdürdüğü ziyaretlerin ardından Vali Konağı’na gelir. Konakta, Vali Bekir Sami Bey ve Belediye Reisi Yusuf Bey (d. 1888 v. 1970) başta olmak üzere, resmî erkân ve eşraftan bazı zevat ile memleket meselelerine dair sohbet eder. Söz, Türk edebiyatına gelir. Türk edebiyatı hakkında konuşmalar olur ve divan sahibi büyük şairlerimizin şiirlerinden bazı kısımlar okunur. Bozok tarihine dair Gâzî’ye etraflı bilgi verilir. Yozgat’ta yetişen şairlerden ve bilhassa Hüznî Baba’dan bahsedilir. Hüznî Baba: “Mehmed Bahaeddin Efendi, Hüznî Baba namı ile meşhur, alim, fazıl, münevver, hoş sohbet ve şair bir hocaefendidir.” takdimiyle medhedilir. Gâzî’ye Halkevi Reisi Çapanoğlu Bekir Bey (d. 1901 v. 1970) tarafından Hüznî Baba’nın bir şiiri (Bkz. M. Öcal Oğuz, Yozgatlı Hüznî Divanlarından Seçmeler, Ankara 1990, s. 260-262.) okunur:

Nazar kıl âleme ey dil ne bir şaşkın bunak olduk

Bu halkın gözüne menfur demirden bir tabak olduk

Fakat ol meyvesiz eşcar misâli bir kavak olduk

Hüdâ’dan havf u haşyet yok garâretle yamak olduk

Verip bâd-ı havaya aklımız hep dangalak olduk

Hedef olduk hakarete onunçün müstehak olduk

Bıraktık bâb-ı Mevlâ’yı kula kullar gibi taptık

Şeriatten hurûc ettik sefahat râhına saptık

Verip va’z u nasihat milletin parasını kaptık

Edip hem fikre hizmetler papazlar yaptığın yaptık

Verip bâd-ı havaya aklımız hep dangalak olduk

Hedef olduk hakarete onunçün müstehak olduk

Tabasbus eyledik bâb-ı gınâya iltica ettik

Varıp zalimlere candan ciğerden merhaba ettik

Fakat yoksullara buğz u adâvetle ezâ ettik

Değiştik dini dünyaya ne varsa hep hebâ ettik

Verip bâd-ı havaya aklımız hep dangalak olduk

Hedef olduk hakarete onunçün müstehak olduk

Hatimler bahşedip zengin kesim emvâtına sattık

Fakirin mevtine ikrah edip de yan gelip yattık

Ne menfaatperest olduğumuz ağyâra anlattık

Edip binler müdâhinlik nice eslâfa da attık

Verip bâd-ı havaya aklımız hep dangalak olduk

Hedef olduk hakarete onunçün müstehak olduk

Sükût ettik görünce münkirâtı eyledik tahsin

Tarîk-ı zulme binlerce delâ’il eyledik ta’yin

Olup şirke şerîk ettik nifak ahkâmını telkin

Hevaya tâbi olmaktan dahi hiç olmadık teskin

Verip bâd-ı havaya aklımız hep dangalak olduk

Hedef olduk hakarete onunçün müstehâk olduk

Sehâdan bahsimiz halka fakat hırs u tamâ bizde

Fesâda âletiz her dem hasetlik özde hem gözde

Bıraktık ar u nâmûsu hacâlet kalmadı yüzde

Büründük kisve-i ilmi amel yok hep kalır sözde

Verip bâd-ı havaya aklımız hep dangalak olduk

Hedef olduk hakarete onunçün müstehak olduk

Nic’oldu manevî maddî Hüdâ’nın emr u fermânı

Edip efkâra müftîlik bıraktık hükm-i Kur’ân’ı

Maişet celbiçün verdik bütün yağmaya imânı

Tarîk-ı Hakk’a hor baktık görüp hoş ism-i udvânı

Verip bâd-ı havaya aklımız hep dangalak olduk

Hedef olduk hakarete onunçün müstehak olduk

Hamâkat esbine bindik denâet şehrine yettik

Edip mü’minleri tekfîr nice icrâ-yı fikr ettik

Şarap rüşvet zinâ fâiz kumar hep mahv olup gittik

Hülâsa nehy-i ma’rûf emr-i münker râhına gittik

Verip bâd-ı havaya aklımız hep dangalak olduk

Hedef olduk hakarete onunçün müstehak olduk

Kılıp terk sünneti Hizbî edip bid’atlara rağbet

Menâfi noktasında biz bu dini eyledik âlet

Fesad bizden zuhûr etti yine etti bize avdet

Denir meşhur mesel herkes bulur ettiğini elbet

Verip bâd-ı havaya aklımız hep dangalak olduk

Hedef olduk hakarete onunçün müstehak olduk

Şiiri beğenen Gâzî, Hüznî Baba ile tanışmak ister. Emirleri doğrultusunda derhâl Hüznî Baba’nın evine otomobil gönderilir. Eve giden memurlar kapıyı çalarlar. Kapıyı açan hanımı forslu otomobili görünce kısa süreli bir şaşkınlık yaşar. Memurlar: “Mustafa Kemâl Paşa Hazretleri, Vali Bey’in konağında bulunuyorlar. Hoca Efendi’yi görmeyi arzu ediyorlar.” derler. Hanımı ise: “Hocaefendi evde yok, kahveden haber gönderip beni köye davet ettiler, köye götürüyorlar, köye gidiyorum, demişti.” diye cevap verir.

Tekrar konağa dönen yetkililer vaziyeti haber verirler. Gâzî: “Hangi köye gitti ise derhâl gidip getiriniz.” diye emir tekrarı yapar. Yetkililer, tekrar gidip hangi köye gittiğini sorarlar. Hocaefendi’nin hangi köye gittiğini söylemediğini öğrenmeleri üzerine konağa dönerler ve durumu arz ederler. Bunun üzerine Gâzî de: “Hüznî’yi tanımayı arzu ederdim. Ne ise artık Ankara’ya gelsin de öyle görüşelim.” diye üzüntülerini bildirirler. Hüznî Baba, bilahire Yozgat’a döndüğünde olanları öğrenir. Gâzî ile tanışamadığına hayli müteessir olur. Fakat çok arzu etmesine rağmen Ankara’ya gitmek de kendisine bir türlü nasip olmaz. Zaten Hüznî Baba 17 Ocak 1936’da âlem-i cemâle intikal eder.

Sohbet uzar… Söz arasında Gâzî’ye ahalînin dışarıda beklediği ve dağılmadıkları arz edilir. Gâzî, bir süre sonra açılan pencerenin önüne çıkıp halkı selâmlar ve: “Göstermiş olduğunuz misafirperverlik ve alâkadan dolayı hepinize teşekkür ederim. Sizlerle bir arada olmaktan dolayı duyduğum memnuniyeti ifade edemem. Bu memleketin hakiki sahibi sizlersiniz. Bunu asla unutmayınız. Esasen yarın için yapılacak işleriniz var, hava da fevkalâde soğuk, artık istirahata çekiliniz.” diye çok kısa bir nutuk irad eder. Gâzî, ahalînin tezahüratları ve sevgi gösterileri arasındaki konuşmasından sonra tekrar içeri çekilir. Bu konuşma üzerine herkes evine gitmek üzere dağılır.

O gün konakta Gâzî’nin huzurlarında, Yozgat’ta ve köylerde bulunan muallimler de hazır bulunmaktadır. Çünkü Gâzî, muallimleri bilhassa görmek istemiştir. Muallim heyeti, Maarif Müdürü tarafından sırasıyla Gâzî ile tanıştırılır. Gâzî de memnuniyetlerini ifade eder. Takdim devam ederken, meşhur mûsıkîşinas Hâfız Süleyman Efendi’ye (d. 1885 v. 1941) sıra gelir. (Hafızlık geleneğinden yetişmiş büyük bir mûsıkîşinas olan Yozgatlı Derelizade Hafız Süleyman Turgut Efendi hakkında geniş bilgi için bkz. S. Burhanettin Kapusuzoğlu, Bozoknağme-Yozgat’a Güzelleme, İstanbul 2015, s. 188-209.)

Maarif Müdürü: “Paşa Hazretleri, bu muallim efendi ise Yozgat’ımızın medar-ı iftiharı ve Fakıbeyli Köyü Muallimi Hâfız Süleyman Efendi’dir.” diyerek ihtiram dolu bir ifadeyle Hâfız Süleyman Efendi’yi Gâzî Paşa ile tanıştırır. Gâzî Paşa, bunun üzerine huzurda ayakta bekleyenlere oturmalarını söyleyerek: “Hâfız Efendi, bir Aşr-ı şerîf okuyunuz da dinleyelim.” diye emirlerini bildirir. Hâfız Süleyman Efendi: “Hayhay Paşa Hazretleri.” diyerek bir ihtiram ifadesi olmak üzere başını hafifçe öne eğer ve ardından “Kıyamet Suresi”ni okumaya başlar.

Hâfız Süleyman Efendi, muhrik sadâsı ile ziynetlendirdiği ve İstanbul Kıraatı ile okuduğu Aşr-ı şerîf’i bitirmesinden sonra Gâzî’den iltifatlar ve takdirler alır. Gâzî: “Hâfız Efendi takdir ve iltifatta isabet etmişler. Sesiniz ve kıraatınız fevkalâde. Tebrik ederim. Ancak, okuduğunuz ayet-i kerîmelerin mânâlarını söyleyiniz de muazzez kitabımızda Cenab-ı Hakk’ın bize ne buyurduğunu öğrenelim.” der. Gâzî’nin bu isteği karşısında heyecana kapılıp mahcup olan Hâfız Süleyman Efendi: “Beni mazur görünüz Paşa Hazretleri, ben hoca değilim sadece bir hâfızım.” diye cevap verip mahcubiyetini bir nebze olsun gidermeye çalışır. Ders verme sırası Gâzî’dedir. Hâfız Süleyman Efendi, Gâzî’nin işaretleri üzerine ayet-i kerîmeleri tekrar okur. Gâzî Paşa da ayet-i kerîmelerin meâlini verir ve kısaca tefsir eder.

Hâfız Süleyman Efendi, aynı gün Gâzî’nin huzurlarında, Kemanî Muhsin Gökay Bey ve arkadaşlarından teşkil edilen fasıl heyetinde hânende olarak yer alır. Kılasik Türk mûsıkîsinin nâdide eserlerinden bazılarını okur, bir bozlak ile Yozgat Sürmeli çeşitlemelerinden birkaçını çığırır. Heyet, Gâzî’nin sevdiği şarkıları seslendirir. Bilhassa “Kırmızı gülün alı var” ve “Şahane gözler” adlı şarkıların icrasına Gâzî bizzat iştirak eder. “Sarı Zeybek” oynar!

Meraklısına Notlar:

I. Miralay Mehmed Şerif Bey, Yozgat Alay Kumandanı ve Mutasarrıf Vekili olarak Yozgat’ta vazife yapmıştır. Kuvvetle muhtemel İstanbulludur. Yozgat’ta, Miralay Şerif Bey Konağı denilen konağı ile meşhurdur. Miralay Mehmed Şerif Bey’in muvazzaflık günleridir. Eşraftan bazısının da misafir olarak bulunduğu resmî zevata ait bir mecliste Uzun Hacı Ağa: “Yozgat’a elli iki odalı konak yaptırdım.” diye övünür. Uzunhacıların konağı, Nohutlu Tepesi’nin eteklerinde, Alacalıoğlu Camii’nin güney doğu yönünden hemen yanıbaşında idi. Bu konuşmalar Şerif Bey’in guruna dokunur. İstanbul’daki varlığını Yozgat’a aktarıp bir konak yaptırmaya karar verir. Pilanlarını İstanbul’dan getirterek, Aşağı Nohutlu Mahallesi’nde, kagir, üç katlı bir konak yaptırır. Artık o da, elli iki odalı olmasa da, biraz da Uzun Hacı Ağa’ya nisbet, muhteşem bir konakta oturmaya başlar. Şerif Bey emekli olduktan sonra da Yozgat’tan ayrılmamıştır. Kendisi 1914’te, hanımı Fatma Hürmûze Hanım 1909’da Yozgat’ta vefat ederek Hakk’a uğurlanmış, Aşağı Nohutlu Mahallesi’ndeki Sağır Mustafa Ağa Camii Haziresi’nde sırlanmışlardır. Maddî ve manevî varlığını, konakla birlikte Yozgat’ta bırakan Miralay’ın, tek oğlu ise İstanbul’a akrabalarının yanına döner ve maalesef hayatı fakr u zaruret içinde geçer. Bozok tarihinde Miralay Şerif Bey Konağı’nın mühim bir yeri vardır. Konağın üst katının güney batı köşesindeki muhteşem tavan süslemeleri ile hayranlık uyandıran Baş Oda’sında, Enver Paşa, 1914’te Birinci Cihan Harbi sırasında Şark Cephesi’ni teftişe giderken Yozgat’a uğradığında bir gece konaklamıştır. On sene sonra ise Miralay Şerif Bey Konağı, Gâzî’nin ziyaretinin şahidi olur. Konak, 15-17 Ekim 1924’te Gâzî’nin Yozgat ziyaretlerinde ikâmetlerine tahsis edilmiştir. Konağın üst katının güney-batı köşesindeki muhteşem tavan süslemeleri ile hayranlık uyandıran Baş Odası, Gâzî’nin istirahatlerine ayrılmıştır. Ayrıca, Miralay Şerif Bey Konağı’nın bir vasfı da Millî Mücadele’nin yaralı aslanları Mehmedçiklerin cephe gerisinde tedavîlerinin sürdürülmesi ve istirahat dönemlerini rahat geçirmeleri için geçici bir süreliğine hastane olarak kullanılmasıdır. Bilahire özel idareye geçen Miralay Şerif Bey Konağı, milli eğitime tahsis edilmiş, çürüdü, gerekçesiyle tavan süslemeleri betonla yer değiştirilmiş ve bugün ise ikbâl günlerinin hasretiyle Camızlık Yokuşu’nun yanı başında yılgınlık göstermeksizin dimdik ayakta durmaktadır. (Bkz. S. Burhanettin Kapusuzoğlu, Bozoknağme-Yozgat’a Güzelleme, Ankara 2010, s. 170-171.)

II. Ali Kethüdazade Sâlih Şükrü Efendi’nin oğlu Mehmet Muhsin Gökay (d. 1900 v. 1968), Yozgatlı meşhur bir mûsıkîşinastır. Çanakkale gâzîsidir ve Birinci Cihan Harbi sırasında Kuzey Afrika’da tesis edilen Seydi Beşir Esir Kampı’ndaki esaret günlerinde çile doldururken sazların çoğunu çalmasını esir kampında öğrenmiştir. Memleketine dönüşünden sonra sınıf öğretmeni olarak vazifelendirilmiştir. Bu vazifesinin dışında mûsıkî derslerinin dolu geçmesi için Gezici Mûsıkî Muallimi olarak köy okulları dahil pek çok okulda talebelerine meşk ettirmiştir. Devrinde meşhur “Kemânî Muhsin Bey”dir... (S. Burhanettin Kapusuzoğlu, Seferberlik Mahşeri-Büyük Harp’te Yozgat, İstanbul 2016, s. 59.)

III. Mûsıkîye vâkıf bir diğer öğretmen ve gâzî de Baş Muallim Mehmed Ali Bey’dir. 1896’da Yozgat’ta doğan Mehmed Ali Bey, Hasan Efendi’nin oğludur. Mehmed Ali Bey, Çanakkale Cephesi başta olmak üzere pek çok cepheye katılmış, Millî Mücadele’de hizmet vermiştir. Ağırbaşlı bir karaktere sahip kişiliği ile sevilen, öğretmenlik yaptığı zamanlarda da cepheden pek bahsetmeyen: “Gittik geldik, vazifeydi yaptık. Şehidlik nasip olmadı, ama şükür gâzîlik nasip oldu!” deyip konuyu kapattığı tanıyanlarca hâlâ söylenir. (S. Burhanettin Kapusuzoğlu, Seferberlik Mahşeri-Büyük Harp’te Yozgat, İstanbul 2016, s. 59.)

Kaynak Kişiler: Bu bahisteki bilgileri; Gâzî’nin Yozgat ziyaretleri sırasında Karga Köyü Muallimi olarak Vali Konağı’nda bulunan Şeyhzade Ahmed Şevki Ergin Hocaefendi (d. 1906 v. 2002), Nizami Nefesli’nin akrabalarından Prof. Dr. Ahmed Güner Sayar, bana muhteşem bir Hüznî arşivi veren Hüznî Baba’nın oğlu ve o günlerin şahitlerinden Mehmet Fahrettin Öncül, son şahitlerden ve Poyrazlı Köyü’nden Hanifi Mercan (d. 1902 v. 2009), Mehmet Kâmil Ağa’nın oğlu Yusuf Bahri Kapusuzoğlu (d. 1927 v. 1995) ile kızları Fatma Fethiye Özbay (d. 1919 v. 1989) ve Nazire Özbay (d. 1925 v. 1996), S. Burhanettin Kapusuzoğlu arşivindeki notlar, Süleyman Ağa’nın oğlu ve Yozgat eski Milletvekili İsmet Kapusuz (d. 1930 v. 2007) aşikâr etmiştir… Ayrıca bkz. S. Burhanettin Kapusuzoğlu, Bozoknağme-Yozgat’a Güzelleme, İstanbul 2015, s. 194-204; S. Burhanettin Kapusuzoğlu, Seferberlik Mahşeri-Büyük Harp’te Yozgat, İstanbul 2016, s. 46-60.