Yozgat’ta yine gözümüzü kapatıp düşler kuranlarla, gözünü açtığında gerçekle yüzleşenlerin savaşı sürüyor.
Neyin savaşı mı bu?
Otoparkı olmayan dev binalar savaşının...
Kulağa ilk bakışta sıradan bir şehircilik meselesi gibi gelebilir ama mesele aslında bir şehrin vizyonu, nefesi ve geleceğiyle ilgili.
Bugün Yozgat’ın kalbine baktığımızda, bir beton kalabalığının altında kalmış bir ruh görüyoruz. Spor Vadisi’nin etrafına dizilmiş ‘ne olduğu belirsiz’ yapılaşmalar, Hilal Apartmanı'nın dibine kadar sarkmış sıkışık yaşam alanları, Abide İş Hanı'nın gölgesinde unutulmuş şehir planları, Tol Çarşı'nın etrafında çözülmeyen karmaşalar... Ve işin en can yakan yanı: Devasa binalar dikiliyor, ama otopark hala bir lüks, hala bir fantezi.
Peki, bir bina neden otoparksız yapılır?
Yanıt aslında çok basit:
Ya ucuzundan kaçmak için…
Ya da "nasıl olsa alışmışlar" diyerek bu halkın yaşam kalitesine biçilen değeri göstermemek için.
Ancak bu şehir artık “alışmışlıktan” değil, alan açmaktan, nefes almaktan yana. Bir apartmanın önüne iki araba sığmıyor diye insanların evden çıkarken otopark savaşına tutuştuğu bir düzenden ne umut, ne huzur çıkar. Yüksek katlı bina mı istiyorsunuz? Tamam, yükselin. Ama otoparksız yükselen her kat, şehir vizyonundan bir kat daha eksiltir. Yani öyle sadece yukarı doğru değil, biraz da etrafa bakmayı öğrenmemiz gerekiyor.
Ve mesele sadece bina da değil.
Kaldırımda yürürken park etmiş arabanın dikiz aynasıyla göz göze geliyorsak, bu şehir hala insan için değil, beton için planlanıyor demektir.
Gelelim siyasete…
Malumunuz, son günlerde siyasi trafik neredeyse şehir içi trafiğinden daha yoğun. Cumhur İttifakı'nın dinamosu olan AK Parti ve MHP’nin temsilcileri, “Terörsüz Türkiye” söylemi üzerinden halkla buluşma turlarında. Bir bakıyoruz STK’da konuşmaktalar, bir bakıyoruz esnafla çay içmekteler. Güzel mi? Evet. Faydalı mı? Tartışılır.
Ama bu iş burada bitmiyor. Çünkü işin en çetrefilli kısmı burada başlıyor: Siyasetçinin etrafındaki koruma kalkanı.
Evet, Yozgatlı siyasetçiler sahada. Ama bir müddet sonra etraflarında öyle bir duvar örülüyor ki, içeri sadece alkış sesi giriyor, dışarı ise hiçbir gerçek çıkamıyor. “Efendim her şey çok güzel” diyenler, “Aman efendim sizi çok seviyorlar” diyen menfaatperestler, siyaseti siyasetçiden çalan, hakikati makyajlayan bir yapı oluşturuyor. Halktan kopukluk burada başlıyor.
Oysa ki siyasetin 5 duyusu olması gerekir:
Görmek: Sokağın neye ihtiyacı var?
Duymak: Gerçek eleştiriler nerede?
Dokunmak: Vatandaşa temas var mı?
Koklamak: Havanın rengi ne?
Tatmak: Siyaset gerçekten halka hizmet ediyor mu?
Bunlardan biri eksikse o siyaset eksik yürür. Hele hele “eleştiriyi duymama” durumu tam bir siyasi felçtir. Sadece partililerin, sadece yakınların, sadece “evet” diyenlerin sesiyle yol alınmaz. Muhalif de dinlenmeli, tarafsız da. Çünkü bazen doğru, tam da hoşuna gitmeyen birinin ağzından dökülür.
Bugün halkla kurulan o diyaloglar, gerçekleri duyabilme cesaretiyle daha da değerli olur. Siyasetçi sokağa çıktığında sadece alkış değil, gerekirse yuhalanmayı da göze almalı. Çünkü ikisi de halktır. Yuh da bir ihtiyaçtır bazen, çünkü o sesin içinde bir “anlatamıyoruz” çığlığı vardır.
Ve unutulmamalı: Siyasetçinin etrafındaki en tehlikeli cümle “çok iyisiniz efendim” cümlesidir. Oysa halkın gerçek sözü:
“İyisiniz ama şunları da yaparsanız daha iyi olursunuz” cümlesidir.
Yozgat’ın çarpık kentleşmesinden, siyasetin çarpık algı yönetimine kadar... Her şeyin temelinde gerçeklerden uzaklaşmak var. Otoparksız bina da bu yüzden var, eleştirisiz siyaset de.
Bu şehir betonla değil, insanla büyür. Bu siyaset alkışla değil, doğrularla gelişir. Gerçekten yüz çevirmek, sadece günü kurtarır. Oysa biz bu şehre, bu ülkeye, bu millete geleceği vaat etmek zorundayız.
Yani?
Yani artık hakikati duymanın, yapıcı eleştiriyi kucaklamanın, yaşanabilir şehirler ve ulaşılabilir siyaset inşa etmenin zamanı.
Ve evet, belki ilk iş olarak şu soruyla başlayalım:
“Bir binanın otoparkı yoksa, o bina neden var?”