Yozgat’a dair yapılan planlar, kurulan hayaller, temenniler vesaire…
Diyebilirim ki tamamında şehir içinde şehir olmaktan dert yanıyor insanlar.
Şehir içinde şehir olmanın, bir türlü iki ara bir dereden çıkamayışımızın sancısını insanlar ziyadesiyle hissediyor.
Ve şunu çok iyi biliyor artık insanlar; küçük hesaplar, siyasi kaygılar nedeni ile kamu yatırımları şehir dışına çıkmamış, çıkarılmamış, çıkarılamamış.
Bir birinin benzeri üç kelimede de farklı mantalite ve mesaj yüklü aslına bakarsanız.
Yıllar yılı maalesef siyaset de bir şekilde ticari kaygıların güdümümde kalmış.
Kimi zaman siyasi beklentiler, kimi zaman riskler veya siyasi kaygılar akıl ve mantık izan çerçevesinde karar alınmasına mani olmuş.
Geçenlerde de konuştuk, işte size Sarıkaya Roma Hamamı…
Bakın son 30 yılına, siyasete kurban edilmiş.
İktidar da kimin olduğu çok da önemli değil, karşınızdaki güç sizden, yani aynı siyasi çerçeveden olunca eliniz kolunuz bağlanıyor.
Ve bir karar vermek zorunda kalıyorsunuz;
‘Benden olanın menfaati mi, millet menfaati mi?’
Burada tek başına siyaset müessese mi suçlu dersiniz?
Onu yalnız bırakan, desteklemeyen, sorgulamayan, mercek tutmayan kamuoyu.
STK’lar, basın mensupları, vatandaş, üniversite…
Nerede sorgulama ve denetleme mekanizması.
Biz çok mu masumuz?
Yozgat’ı, Çamlık ve Bilal Şahin Tepesi arasından kurtaramayan düşüncenin vebal ve sorumluluğu hepimizin üzerine değil mi?
Elimizden kaçırdığımız öylesine fazla kamu binası var ki şehir merkezine gömdüğümüz.
Şehrin damarlarını, nefes alma alanlarını almış götürmüş.
Fakat bir konsensüs oluşmayınca, ortak akılı hakim kılacak mekanizmalar işlemeyince siyaset de bazen günü birlik kararlar alabiliyor!
Zorundalıklar oluşuyor.
Bu tür zorundalıklar sadece Yozgat’ın problemi mi?
Asla, diğer illerde de aynı meseleler yaşanıyor ama bir farkla.
Onlarda güçlü bir konsensüs ve sinerji var!
Ortak paydada buluşabilme düşüncesi hakim.
Ortak akıl denilen mantalite ‘benim menfaatim evvela şehrimin menfaatinden geçer’ mantığı ile işliyor.
‘Şehrin menfaati beni bağlamaz’ zihniyeti ise Yozgat gibi şehirlerde hem damarı tıkalı toplumsal düzeni hem de kendi içine prangalanmış siyaseti, basın, STK ve vatandaş profilini oluşturuyor.
Konuşuyor ancak yüksek sesle konuşulması gereken yerlerde değil sadece birkaç kişinin ve Allah’ın duyduğu yerlerde.
Basın sektörü dahi Yozgat’ta bu anlamda yeterli ve doğru sesi çıkaramıyor.
Tiz seslere mahkum kalıyor yaşadığımız şehir.
Ne yapmalı, nasıl durmalı sorusuna isterseniz yarın yine burada yanıt verelim olmaz mı?