Markete ekmek almaya diye giriyoruz, çıkarken toplumun aynasıyla yüzleşiyoruz.
Geçtiğimiz gün öyle bir ana şahit oldum ki, “siyasi görüş” dediğimiz şeyin nasıl içimize kadar sirayet ettiğini bir kez daha gördüm.
Yanımda henüz bıyığı terlememiş 3–4 delikanlı… Bugün üniforması okul pantolonu, sırt çantası. Yarın bu ülkenin doktoru, öğretmeni, mühendisi olacak gençler…
Reyonların birinde biri ürünü gösterdi, diğerine “Boykot edeceğiz bunları” dedi.
Yanındaki hayır dedi, “Onu almasak ne değişecek?”
O sırada biri, diğerine o meşhur cümleyi yapıştırdı:
“Sen de AK Partili olmuşsun!”
Bir an sustum.
Çünkü tam o anda anladım ki bu ülkenin sadece ekonomisi değil, vicdanı da ikiye ayrılmış durumda.
Filistin’de üzerlerine bomba yağan çocukların çığlığı bile artık “hangi partiye yakın olduğuna” göre anlam buluyorsa bir derdimiz var demektir.
Şunu net yazayım:
İnsan olmak bir parti programı değildir.
Bu memlekette Filistin’e dua etmek “AK Partililik”;
Atatürk’ü anmak “CHP’lilik”;
Türk-İslam coğrafyasının hakkını savunmak “MHP’lilik” diye yaftalanmaya başlandıysa, biz çocuklarımıza sadece alfabe değil, koca bir yanlış kader öğretiyoruz demektir.
Evladımıza empati öğretilmesi gereken çağdayız.
Ama biz ne yapıyoruz?
Kıyma reyonunda durup kimi “muhafazakar”, kimi “ulusalcı” diye etiketliyoruz.
Oysa Gazze’de bir bebeği enkaz altından kanlar içinde çıkarırken kimse sormuyor:
“Sen hangi partiye üyesin evladım?”
Yıkılmış bir evin taşları arasında vicdan aranır, parti rozeti değil.
Şimdi oturup kendi kendimize şu soruyu sormamız gerekiyor:
Çocuklarımız neden acıya bile partilerle yaklaşıyor?
Çünkü yıllardır ekranda gördüğü her tartışma “biz” ve “onlar” üzerinden yürütüldü.
Bir süre sonra çocuk da sanıyor ki tepki vermek bir siyasi aidiyet göstergesidir.
Halbuki vicdan, rengini sandıktan değil, kalpten alır.
Bir mağazada “Bu ürünü boykot edelim” diyen genci AK Partili olarak mı görmeli, doğru nereden gelirse gelsin doğru olamaz mı?
Ama arkadaşının “Sen de AK Partili olmuşsun” diyerek onu susturmaya çalışması, işte tam da o noktada “bu savaşı sadece Gazze’de kaybetmiyoruz” dedirtti bana.
Demek ki biz bu memlekette henüz kendi çocuklarımıza bile “Acıya taraf olunur, partiye değil” diyememişiz.
Şimdi yüksek sesle bir gerçeği söyleme zamanı:
Filistinli bir çocuğu savunmak AK Partili olmak değildir.
Atatürk’ün hatırasına sahip çıkmak CHP’li olmak değildir.
Türk-İslam coğrafyasının yaralarına merhem aramak MHP’li olmak değildir.
Bu millet, Çanakkale’de aynı siperdeydi.
O siperlerde kimse birbirine “sen hangi görüştesin” diye sormadı.
Çünkü düşen her merminin üstünde parti logosu yoktu.
Bugün Gazze’de de yok.
Bombanın düştüğü evde CHP’li çocuk, AK Partili bebek ayrı ayrı ölmüyor.
İnsanlık ölüyor insanlık!
Eğer bugün 15–16 yaşındaki çocuklarımız bile acıya siyasi gözlükle bakıyorsa; demek ki biz büyükler evde, okulda, sokakta bir şeyi eksik anlatmışız. Sosyal medyada dilimize yerleşmiş “biz ve onlar” ayrımını farkında olmadan evlatlarımızın yüreğine çizmişiz.
O yüzden artık şu cümleyi ezber bozacak kadar yüksek sesle söylememiz gerekiyor:
Vicdanın partisi olmaz.
Bugün boykot kararı verirken, tepki gösterirken, yardım gönderirken; önce kendimize şunu soralım:
“Ben siyasetin yanında mı duruyorum, insanlığın mı?”
Çocuklarımızdan da tam olarak bunu öğrenmelerini istiyorsak önce biz kendimizden başlayalım.
Bir bombanın düştüğü yerde ölen her çocuk kendi evladımızdır.
Siyasi fikirlerimiz farklı olabilir ama acı karşısında safımız bir olmalı.
Çünkü unutmayalım:
Acıyı siyasete bulaştırdığımız anda sadece Gazze’yi değil, kendi çocuklarımızı da kaybederiz.