14 Mart Tıp Bayramı vesilesiyle şunu da ifâde etmek isterim ki; şâirler farklı sebeplerle hastanelerden ve doktorlardan uzak durmak için bahâneler arasalar da; Fuzûlî gibi;
     “Aşk derdiyle hoşem el çek ilâcımdan tabîb
Kılma derman kim helâkim zehri dermânındadır”

     dese de; Seyrânî gibi;
     “Ey tabîb elden gelirse yâremi gel emleme
Yâr elinden gelmedir bu yâreyi merhemleme”
     diyerek redd-i tabip talebini dile getirse de, Neyzen Tevfik gibi;
     “Bir hazakat-zedeyim mîdemi tıp tepti benim,Kırk katır tepse yıkılmazdı şu aciz bedenim.” mısrâlarıyla şikâyet etse de, yine de“Aldanma ki şâir sözü elbette yalandır.”[6] mısraına kulak vermeli ve rahatsızlanınca hekime başvurmada gecikilmemelidir.
     Zîrâ “Her işin başı sağlık” olduğu, “ölümün ve ihtiyarlığın” dışındaki her derdin çâresinin vâredildiği için,  her hastanın  “esbâba tevessül etmesi”, “tabîb-i hâzik-i kâmil”e gitmesi Nebevî bir emirdir. Çünkü Allah Resûlü (s.a.v.); “Ey Allah’ın kulları! Tedâvî olunuz. Çünkü Yüce Allah ölüm ve ihtiyarlıktan başka şifâsını vermediği ve devâsını yaratmadığı hiçbir hastalık yoktur. Fakat bu tedâvî şeklini mütehassıs olanlar bilir, olmayanlar bilmez”[7] diye buyurmuşlardır. Bilvesîle Atayurdumuz Uluğ Türkistan’dan bugüne;  insanların hastalıklar sebebiyle kopardığı çığlıkları duyan, onların acılarını dindirmek için çalışan, bitki, hayvan ve maden kaynaklı droglarla hastaları tedâvi eden “otacılar”dan “atasagunlar”a, melânkolik hastalıkları tedâvî etmeye çalışan “kamlar”dan, ilaç yapan “emçiler”e, Ebu Bekir Râzî’den  (864 - 925) Farâbî’ye (872 - 950); 18. yüzyıla kadar Batı’da temel tıp kitabı olarak okutulan “El Kanûn fî’t-Tıb” eserinin müellifi İbn-i Sînâ’dan (980 - 1037) “Maddetü’l-Hayat” adlı kitabında mikrobu Pasteur’den 400 yıl önce keşfeden ve açıklayan Akşemseddin Hazretleri’ne (1389 - 1459), “Cerrâhiyetü’l-Hâniye”nin yazarı Sabuncuoğlu Şerâfeddîn’den  (1386 - 1468) “Risâletü’l-Mûsikıyye Mine’d-Devâi’r-Rûhâniyye” adlı eseriyle  rûhi hastalıkları mûsîkiyle  iyileştiren Gevrekzâde Hâfız Hasan’a (1724 - 1801), Behçet Hastalığını bulan Prof. Dr.  Hulûsî Behçet’ten (1889 -1948) Türkiye’de Tıp Tarih Kürsüsü’nü kuran  Ord. Prof. Dr. A. Süheyl Ünver’e (1898 - 1986), Ord. Prof. Dr. Mazhar Osman’dan (1884 - 1951) Prof. Dr. Ayhan Songar’a (1926 - 1997), Prof. Dr. Gâzi Yaşargil’den  (d. 1925)  Prof. Dr. Ömer Özkan’a (d. 1971), Beyin Genetiği Programı Direktörü, Türk Amerikan Tıp Birliği Başkanı Prof. Dr. Murat Günel’den (d. 1967) Nobel ödülü alan ilk Türk doktoru olan biyokimyacı ve moleküler biyolog Prof. Dr. Aziz Sancar’a (d. 1946) ve ismini sayamadığımız çok kıymetli Türk hekimlerine ve sağlık çalışanlarına muhabbet ve hürmet duygularımı, vefât edenlere rahmet ve minnet hayatta olanlara da sıhhat ve âfiyet dileklerimi arz ediyorum. Ayrıca Prof. Dr. Feriha Öz (1933 - 2020),   Prof. Dr. Murat Dilmener (1942 - 2020), Prof. Dr. Cemil Taşçıoğlu (1952 - 2020)  başta olmak üzere Covid-19 sebebiyle  hayatını kaybeden beş yüzden fazla sağlık çalışana da Fâtihalar gönderiyorum.  
Osmanlı Dönemi’nde yetişmiş olan ünlü cerrahlarımızdan Askerî Tabip Mehmet Esat (Işık) Paşa, devâsız bir derde düşen eşinin hastalığı karşısında âciz kalınca; 
Devamı Yarın...