Belki de barışı tesis etmenin ilk adımı bir merhabadır.

İnsan, dünyaya sesle dokunur, bir kelimeyle; selamla.. Selam, yalnızca tanıdıkları görünce kullanılan basit bir kelime değildir. Sözlükte ‘sağ ve sağlam olma, barış, güvenlik, selamet, esenlik’ anlamlarıyla açıklanır. Yani selam vermek, karşıdaki insana “senin varlığın benim için, benim varlığım ise senin için bir tehdit değil, bilakis bir emniyettir” demektir. Selam, güvenin, barışın ve kardeşliğin kelimelere dökülmüş halidir.

Ama bugün, toplum olarak birbirimize selam vermekten çekiniyoruz. Yolda ya da bir ortamda birini görünce selam vermeye niyetlendiğimizde karşıdan soğuk bir bakış ve ardından hızla çevrilen bir yüz görünce araya istemsizce bir set çekiliyor. Daha da kötüsü, selam veriyorsunuz ama cevap alamıyorsunuz. “Duymadı mı, bilerek mi görmezden geldi?” diye kendi içimizde cevaplar arıyoruz. İşte tam bu noktada insan ilişkilerinin ne kadar zayıfladığının canlı örneği ile yüz yüze geliyoruz.

Ben bunu en çok oğlumu okula götürürken fark ediyordum. Yanımdan sessizce geçen, göz göze gelmemek için çabalayan veliler… Aynı okulun bahçesindeyiz, çocuklarımız aynı sınıfta. Hayatlarımız önemli bir noktada kesişiyor ama gözlerimiz temas etmiyor. Benim çocuğum seninkisiyle oynayabiliyor ama sen bana selam vermeyi gereksiz buluyorsun, öyle mi? Buna sadece iletişimsizlik diyemeyiz; bu bir yok saymadır. Selam vermek “Seni görüyorum, tanımasam da biliyorum ki sen varsın ve önemlisin” demektir. Hele ki çocuklarımızın önünde… Onlara öğreteceğimiz en büyük değerlerden biri, insana insanca yaklaşmak değil mi? Eğer biz yanımızdan geçen insandan bir selamı esirgiyorsak, çocuklarımız da bir gün birbirini fark etmeyen, birbirine yabancılaşmış bireyler olarak büyümeyecek mi?

Peki, neden selam vermekten hatta onu geçelim göz göze gelmekten bile uzaklaşıyoruz?İlk aklıma gelen; kibir!
İnsan kendisini karşısındakinden üstün gördüğünde selam vermekte zorlanır. Selam, tevazu ister; kalbin eğilmesini, insanın insana eşit gözle bakmasını gerektirir. Eskiden insanlar ne kadar mal mülk sahibi olursa olsun kibre kapılmayıp selam verme adabını uygularlarmış, dedelerimize ninelerimize sorduğumuzda bunu kolaylıkla teyit edebiliriz. Ancak şimdilerde insanlarımız yanından geçenin gönlüne değil, üzerindekine bakıyor. Kıyafetine, ayakkabı markasına, arabasına… İnsanlar görünür olana bakıp hüküm veriyor. Böyle olunca bir “merhaba” bile onlar için ya hak edene ya da tanıdığa veriliyor.

Oysa Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadisinde “Kıyamet alametlerinden biri, selamın yalnızca tanıdıklara verilmesidir.” buyurmuştur. Başka bir hadisinde de “Selamı yayınız; böylece selametle cennete girersiniz.” buyurarak selamı yalnızca bir söz değil, cennete açılan bir kapı olarak tarif etmiştir. Biz ise kibir veya usanmaktan dolayı sünneti tatbik etmede eksik kalıyoruz. Bugün bize düşen şey çok açık: Selamı yeniden aramızda yaymak. Çünkü selam, muhabbetin anahtarıdır. Aramızdaki sevgiyi, kardeşliği ve toplumsal güveni inşa edecek olan da selamdır. . . Modern hayat bizi birbirimize yabancılaştırdıkça, selam bizi yeniden insanca bir bağ ile birbirimize yakınlaştırabilir.

Selam; barış ve esenlik demektir, demiştik değil mi? Birbirimize barış, sağlık ve esenlik dilemeden; bunu hem kendimiz hem de karşılaştığımız kişiler için kalpten istemeden, nasıl huzur ve barış içinde yaşayabiliriz ki?