Bugün birçok üniversite kalite güvence sistemine sahiptir; fakat bu sistemin kampüsün günlük yaşamında ve karar alma süreçlerinde ne kadar karşılığı vardır?
İç kontrol sistemi, çoğu zaman “raporlandığı” kadar vardır.
Kalite, yıllık faaliyet raporlarında grafik olarak görünür; ancak yönetsel kararlarda, akademik planlamalarda, bütçe tercihlerinde izine rastlanmaz.
Oysa iç kontrol sistemi yalnızca riskleri görmek için değil, o riskleri yönetebilmek için kurulmalıdır.
Türkiye'deki üniversitelerin önemli bir kısmında kalite süreçleri, bürokratik birer yükümlülüğe indirgenmiştir. Öğrenci memnuniyeti ölçülür ama sonuçları dikkate alınmaz. Stratejik plan hazırlanır ama uygulama ile ilişkisi kurumsal hafızaya değil, sayfa sayısına dayanır. İç denetim yapılır ama bu, herhangi bir yönetsel dönüşüme zemin hazırlamaz.
Asıl mesele şudur: Kalite belgeleriyle değil, kalite davranışıyla kurumsallaşan bir yapıya sahip miyiz?
Eğer bir üniversite, hesap verebilirliği sadece raporlarda değil; öğretim elemanının, öğrencinin, yöneticinin her günkü davranışında yaşatabiliyorsa, işte o zaman üniversite olmuştur. Sıralamalarda yer almak bu anlayışın sonucu olur. Ancak biz hâlâ sıralamayı bir hedef, kaliteyi bir dosya, yönetişimi ise bir formalite olarak görüyoruz.

Yol Haritası:
Sıralamalarda adımızın olmaması, yalnızca bir görünmezlik sorunu değil; yönsüzlüğün dışavurumudur. Tabela asmak kolaydır; fakat o tabelaya bir istikamet kazandırmak, irade ve vizyon gerektirir. Üniversitelerimizin önünde artık iki yol var: Ya “mış gibi” yapmaya devam edeceğiz ya da kendi yol haritamızı çizeceğiz. Bunun için üç stratejik dönüşüm zorunludur:

Risk Odaklı Yönetişim:
Üniversiteyi yöneten kurullar, sadece mevzuata uyumu değil, stratejik riskleri de masaya yatırmalı. İç kontrol sistemleri, sadece kağıt üzerinde değil, karar alma süreçlerinde aktif hale getirilmelidir. Rapor değil refleks üretmelidir.

İşgücüyle Entegre Eğitim:
Bilginin yaşamla bütünleşmediği bir üniversite, mezun verir ama katkı sunamaz. Derslikten sahaya, laboratuvardan yerel ekonomiye uzanan bağlar kurulmalıdır. Öğrenci kampüste öğrenmeli ama kampüsle sınırlı kalmamalıdır.

Katkı Odaklı Akademik Performans:
Yayın sayısıyla değil, toplumsal etkiyle ölçülen bir akademik cesaret anlayışı geliştirilmelidir. Atıf sayısından önce, toplumda neye dokunduğumuzu sormalıyız.
Peki, tüm bunları yapmazsak ne olur? Hiçbir şey. Zaten şu anda da olan bu. Ama işte sorun da tam burada başlıyor. Üniversitelerimiz eylemsizliği olağanlaştırdığı sürece, sıralamalarda yer almamak normalleşiyor. Oysa üniversite; soru soran, tartışan, arayan, sorgulayan ve dönüşüm yaratandır. Eğer bu misyonu unutursak, elimizde sadece binalar ve diplomalar kalır.
Ve sonunda şu soruyla baş başa kalırız: “Gerçekten üniversiteye neden gidiyoruz?”
Sıralamalarda yokuz. Peki gerçekten
neredeyiz?