Siyasetin kıyısından geçip merkezine oturan bir “meslek” var artık: Aday adaylığı.
Öyle ki Yozgat gibi Anadolu şehirlerinde, kahvehanelerden dernek odalarına, taziye evlerinden düğün salonlarına kadar her köşe başında “ben de aday adayıyım” diyen birilerine rastlamak mümkün.
Hatta ‘adaylığı’ kısmını kaldırıp ‘aday’ unvanını kullanıyorlar pek çok yerde. Kimse artık neden aday olduğunu sorgulamıyor, herkes ne kadar "güçlü" göründüğünü konuşuyor. Ama işin daha da ilginci şu: Aday adayı olan kişi birden bire "adaymış gibi", hatta bazen “seçilmiş milletvekiliymiş gibi” bir pozisyona geçiyor. Kartvizitler bastırılıyor, sosyal medya hesapları yenileniyor, ceketler ütüleniyor. Sanki seçim çoktan yapılmış da mazbata alınmış gibi...
Hatta bazen aday adayı, seçilmiş olan vekilden daha çok dolaşıyor, daha çok ahkam kesiyor.
Oysa henüz mürekkep kurumamış, başvuru formu Yozgat’tan Ankara’ya bile ulaşmamış.
Bunu sadece Yozgat için söylemiyorum, ama burada çok daha görünür. Hele bir de AK Parti’nin aday adaylığı süreci başlasın… Rekor üstüne rekor kırılır. Son 20 yılda Yozgat’ta sadece AK Parti çatısı altında bin civarında kişinin aday adayı olduğunu söylesek abartmış olmayız.
Peki bu bin kişi nerede şimdi?
Kaçı sahada?
Kaçı partisinin misyonuna sadık?
Kaçı hala halkla omuz omuza?
Bunlar sorulmaz oldu artık. Çünkü bazıları için aday adaylığı sadece bir “kurtarıcıdır.”
Geçmişteki bir yanlışı örtmek, memlekette yeniden meşruiyet kazanmak, toplumda bir güç algısı oluşturmak için çok pratik bir yöntemdir bu. Siyasetle hayat arasında sıkışmış bir PR çalışması gibi.
Siyasi partiler de bu duruma çanak tutar bazen. Çünkü ne kadar çok başvuru, o kadar çok aidiyet. Ne kadar çok aday, o kadar güçlüymüş gibi görünür parti. Ama hakikat şudur:
Siyaset samimiyet ister.
Kartvizitle değil, kalple yapılan hizmeti arar halk.
Bir zamanlar merhum Süleyman Demirel şöyle demişti:
“Siyaset, millete hizmet etme işidir. Hizmet etmeyen siyasetçi, sadece konuşur.”
Bugün kaç aday adayı bu söze bakıp aynaya cesurca bakabilir?
Daha acıklısı da var elbet.
Bazı “aday adayları”, bir bakmışsınız okul aile birliğinde, bir bakmışsınız müteahhit ihalesinde.
Ceket omuzda, tebessüm cepte...
Ama içi boş, niyet şaibeli, hedef bulanık. Bakın bir fıkra anlatayım da meseleyi halk diliyle bağlayalım:
Adamın biri sürekli milletvekili adayı olurmuş ama seçilemezmiş. Köy kahvesinde biri demiş ki:
– Yahu senin hiç kazanma niyetin yok mu?
Adam cevap vermiş:
– Kazanırsam kartviziti ne yapacağım?
İşte bu!
Kartvizit bir semboldür artık. Siyasetten geçinenlerin, değil siyasete güvenenlerin elinde bir simgeye dönüşmüş durumda.
Peki ne yapmalı?
Siyasi partiler, aday adayı profilini yeniden tanımlamalı.
Aday olmak için önce sadakat, emek, halkla bağ gerekir.
Yozgat gibi şehirlerde, halk siyasetçiyi yakından tanır, hatırını bilir ama icraatını daha çok bilir.
Boş vaat değil, dolu kalp arar.
Ve unutulmasın ki…
Gerçek temsil, mazbatada değil, vatandaşın duasındadır.
Kartvizit bir gün çöpe gider ama gönüllerdeki iz kalıcıdır.
Bu arada gerçekten sürece dahil olmak siyasette var olmak, hizmet şuuru ile yola çıkmak gibi gayesi olanları az önceki ifadelerimin dışında tutuyor.
Kim mi onlar?
Onlar kendini biliyor…