“Derviş Gaziler, Gazi Alperenler, Sarıklı Mücahitler, Kurtuluşun ve Kuruluşun Manevî Mimarları.” Hangi sıfatlarla yâd edilirlerse edilsinler o İnsan-ı Kâmiller, bir devre mühürlerini basmışlar, irfan ufuklarını kuşatmakla kalmamışlar, ruh hamurkârı kâmetler olarak gönüllerde taht kurmuşlardır. Sadece iki misâl bile herhalde maksadı bütün yönleriyle şerh etmeye kâfidir: İngiliz Intelicens Servisi’nden Haron Armstrong, bu mevzuda şu itirafta bulunur: “Bizler Türk din adamlarının bu mevzularda faal rol oynayacaklarını asla tahmin etmiyorduk. Araştırmalarımız, Türk mukavemet menbalarının meydana çıkarılması yolunda müsbet bir netice vermeyince ısrarlı ihbarları değerlendirerek tekkeler, mescitler, camiler gibi dini müesseseler üzerinde yoğunlaşarak din adamlarını takip ve kontrole başladık. Elde ettiğimiz malûmat ve hakikatler bizleri hayrete düşürdü. Bunlar münhasıran telkinlerle ve maneviyatı yükseltmekle iktifa etmemişler, fiilî olarak direniş teşkilâtları içinde bizzat vazife almışlardı. Halk üzerinde tesirleri fevkalâde olduğundan üzerlerine aldıkları vazifeleri muvaffakiyetle ifa etmişlerdi.” (Cemal Kutay, Kurtuluşun ve Cumhuriyetin Manevi Mimarları, Ankara 1973, s. 280.)Mustafa Kemâl Paşa, bu büyük hizmete karşı takdirlerini şu sözlerle ifade eder: “Sarıklı din adamlarının, imam ve müezzinlerin, kürsü vaizlerinin medrese hocalarının, tekke mensuplarının Millî Mücadele’deki hizmetlerini şükranla yâd etmeyi bir vazife bilirim. Bunlar dini mefkûreler şevki ile Millî Mücadele’nin muvaffakiyetine cân u gönülden çalışmışlardır. Bu çetin yılların hatıraları anlatmakla bitmez. Milî Mücadele yıllarında vatana hizmet eden din adamlarını ölmüşlerse rahmetle, yaşıyorlarsa minnetle anarım.”(Sami Ateş, Atatürk Anadoluya Geçince, Ankara 1991, s. 142; Recep Çelik, Milli Mücadelede Din Adamları, II, İstanbul 1999, s. 246.)Bu ifadelerin üzerine artık söz zaittir. İşte o Yozgatlılardan birisi de, Yozgat Müftüsü Şeyh Mehmed Hulusi Efendi.Hulusi Efendi, aile köklerinin Kafkas dağlarının irfan güneşi Şeyh Şamil Hazretlerine dayandığı rivayet edilen ve Kafkasya’nın Gümrü Vilâyeti’nden 17-18 yaşlarında önce Alaca’ya oradan da Yozgat’a gelip yerleşen Hacı Bekir Ağa’nın oğludur. Hacı Bekir bin İshak Ağa, Kepirce Köyü’nden arazi aldığı için münasebeti kuvvetli olduğu bu köyden Mevlüde Hanım’la evlenir. Hulusi Efendi, 1888’de Yozgat’ta dünyaya gelir. Diğer kardeşleri Hacı Mustafa Efendi ve Hacı Şevket Efendi’dir. Mustafa Efendi, yirmi yaşına değmeden henüz bekârken gittiği Hacda vefat eder. Yozgat Halvetî Tekkesi Şeyhi Hacı Ahmed-i Velî’ye müntesip olan Mustafa Efendi’nin vefatını, Büyük Şeyh Efendi, dergâhtaki bir erkânın ardından yaptığı sohbet sırasında haber verir. Hacılar dönünce vaziyeti haber verirler. Hacı Bekir Ağa, bilâhire Mecidiye yani Çiçekdağ Jandarma Başçavuşu iken emekli olur. Yozgat’ın Eskipazar Mahallesi’nde bulunan Tahta Camii Haziresi’nde medfundur.Mehmet Hulusi Efendi, Demirli Medrese’de başladığı tahsilinin Yozgat safahatını 1904’de Yozgat İdadî-i Mülkiyesi’nden pekiyi derece ile mezun olarak ikmâl eder. Mehmed Hulusi Efendi, Demirli Medrese’de iken, Dedikhasanlı Şakir Efendi’denders okuyarak ilim nasibini arttırmaya çalışır. Şakir Efendi Hakk’a yürüyene kadar bu münasebet sürer. Yozgat’ta çıktığı ilim yolculuğunu Kayseri’ye giderek orada sürdürür ve meşhur alimlerden Hamurculu Osman Hilmi Efendi’den (d. 1860 v. 1912) ciddi bir tahsilden sonra icazet alır. İcazetini aldıktan sonra İstanbul’a giden Mehmet Hulusi Efendi, 1912’deki “üç yüz” kişinin katıldığı “Ruus İmtihanı”nı onaltıncı sırada kazanır. Hatta o sene imtihana meşhur alimlerden Ahmed Hamdi Akseki de girer, fakat kazanamaz. Mehmed Hulusi Efendi, imtihandan sonra “Dersiâm” ünvanını alır ve kaydı hayat şartıyla maaş bağlanır.Genç yaşta İstanbul’da Ruus İmtihanı’nı kazanarak Bayezid Dersiâmı sıfatıyla üç sene kadar Bayezid Cami-i Şerifi Müderrisliği yapan Mehmed Hulusi Efendi, her hâl ve etvarıyla kısa sürede çevresinin dikkatini üzerine çeker. Kendinden yaşça büyük ulema-i kiramın ve talebe-i ulumun hürmetini kazanır. İstanbul’un ilim ve irfan muhitlerinde şöhreti yayılır. Mehmed Hulusi Efendi ile beraber Bayezid Dersiamı olarak vazife yapan ulema arasında ehl-i tarîk hocaefendi çoktur. Bunlar arasında bilhassa Nakşî-Hâlidî pîrânından Erbilli Mehmed Es’ad Efendi’nin hulefasından Mehmed Rüşdü Efendi ile münasebeti ve dostluğu hayli ilerler.Kâmil bir zat olan Mehmed Rüşdü Efendi, Mehmed Hulusi Efendi’ye Kelâmî Dergâhı’na bir kerre olsa gitmeyi teklif eder. İntisap etmesinin gerekmediğini, sohbeti dinlemesini, vaziyete bakmasını, eğer mümkün olursa Es’ad Efendi ile bir görüşmesini söyler. Mehmed Hulusi Efendi de teklifi kabul eder. Zaten Es’ad Efendi hakkında çok şeyler duşmuş, o zatın fazlına ve kemâline dair pek çok kişiden takdir dolu sözler işitmiştir. Nihayet arkadaşıyla beraber, intisap etmeme niyeti ile kararlaştırdıkları bir günde dergâha giderler.Es’ad Efendi, Cuma günleri belli saatte sadece müderrislerle biraraya gelmektedir. Ziyaretleri o güne ve saate denk getirilir. Mehmed Rüşdü Efendi ve Mehmed Hulusi Efendi, sohbet mahalline vasıl olup münasip bir yere otururlar. Şeyh Efendi’nin pür-muhabbet sohbetini dinlerler. Sohbet biter. Es’ad Efendi, Rüşdü Efendi ve Hulusi Efendi’ye hoş geldiniz dedikten sonra: “Hulusi Efendi, Tarikat-ı Aliyye’ye intisap etmeye mi geldiniz.” diye mukabalede bulunur.Hulusi Efendi, bu zuhurat karşısında irkilir ve: “Evet Efendim.” deyiverir. Es’ad Efendi ile kalkıp odasına geçerler. Baş başa görüşürler. Ders tarifini alır. Hatta seneler sonra bu hatırasını: “İntisap etmeme niyetiyle gittim. Büyüklerin himmeti ile hiçbir şey diyemeden intisap ediverdim, Elhamdülillah.” diyerek anlatır. Tarikat-ı Aliyye müntesibi olarak yola giren Mehmed Hulusi Efendi manevî vazifelerini yapar. Kısa sürede kemâl mertebelerinde hayli mesafe kat eder.Mehmed Hulusi Efendi’nin İstanbul günleri böylece geçerken, ayın sonunda bir Cuma günü maaşını alır. Cuma Namazı için hazırlık yapmak için parasını masasının çekmecesine koyar. Gidip abdestini alır. Camiye çıkacakken çekmeceden parasını almak için çekmeceyi açtığında parayı yerinde bulamaz. Perişan olur garibim. Paranın bir miktarını Yozgat’a gönderdiği için hayli üzülür. Kimselere bir şey diyemez. Cuma Namazı’na gidip geldikten sonra ehl-i sirkate haddini bildirmek için “Kahriye” okumaya başlar. Epey bir devam eder. Olacak ya, tam o sırada yanına yolda da yaşta da büyüğü Mehmed Rüşdü Efendi gelir. Selâm ve hâl hatır faslından sonra: “Sen ne okuyorsun böyle.” diye sorar. Hulusi Efendi de başına gelenleri anlatarak “Kahriye” okuduğunu söyler. Mehmed Rüşdü Efendi: “Bugün Cuma. Şeyh Efendi’yi ziyaret günümüz. Beraber gidelim. Sana mutlaka bir şey söyler.” diyerek onu teskin eder. Birlikte hazırlanıp yola çıkarlar. Kelâmî Dergâhı’na varırlar. Şeyh Efendi’nin elini öpüp boş bir yere otururlar.Es’ad Efendi sohbeti bir hatıra ile açar ve başlar anlatmaya: “Vaktiyle, Erbil’e yakın bir köyde edepsizler bir adamın ağılını boşaltmışlar. Sahipleri gelip baksa ki koyunlar yerinde yok. İz sürüp aramaya çıkmışlar. Fakat nafile. Koyunlar yok. Bulamamışlar. Adamcağızlar, bu vaziyette Şeyh Efendimiz Taha el-Harîrî Hazretlerinin yanına gelmişler. Vaziyeti anlatmışlar. Himmet istemişler. Seyyid Taha Efendimiz de kalkıp dışarı çıkmış, adamların gelirken bindiği merkebin birinin sırtına hafifçe vurarak: “Merkebi takip edin. O sizi koyunlara götürür.” diyerek adamcağızlara yol vermiş. Merkep gitmiş, onlar takip etmiş, nihayet dağların arasında kuytu bir yerde bulunan bir ağılın önünde durmuş. Koyunların nişanı var tabiî. Adamlar baksa ki kendi koyunları. Tam o sırada ağılın sahibi çıkıp gelmiş: “Ben de sizi arıyordum. Bizim çocuklar bir edepsizlik yapmışlar. Buyurun koyunlar, sayın eksiği varsa tamam edeyim.” deyip meseleyi büyümesin diye tatlıya bağlamış. Adamlar da koyunları önlerine katıp, gerisin geri dönmüşler köylerine. Ya işte böyle Hulusi Efendi evlâdım. Evliyaullah’ın gönlü olursa kaybolan sürüyü işte böyle kapıdaki merkebe buldurur. Kahriye okumana lüzûm yok.” deyip sözü bağlar.Bir süre sonra huzurdan ayrılıp medreseye geldiklerinde, odasına geçen Mehmed Hulusi Efendi, bilvesile masasının çekmecesini açtığında kaybolan maaşını bittamam yerinde bulur. Şeyh Efendi’nin huzurlarındaki zuhuratın, bir başka tecellîsi ile bir hoş olur. Çok geçmez, Erbilli Mehmed Es’ad Efendi’nin halifelerinden olur. Şeyh Mehmed Hulusi Efendi’nin tarikat silsilesi şöyledir:Sebeb-i Kâinât, Mefhar-i Mevcûdât, Ekmelü’t-Tahiyyât, Rasûlü’s-Sakaleyn, İmâmü’l-Haremeyn, Ceddü’l-Hasaneyn, Şâh-ı Taht-ı Risâlet Peygamberimiz Efendimiz, Sallallahu Aleyhi Vesellem. Hazreti Ebu Bekir, Radıyallahu Anh. Hazreti Selmân-ı Farisî, Radıyallahu Anh. Hazreti Kasım Bin Muhammed, Radıyallahu Anh. İmam Cafer-i Sadık, Radıyallahu Anh. Bayezid-i Bistamî, Kuddise Sirruh. Ebu’l-Hasen-i Harakanî, Kuddise Sirruh. Ebu Ali Farmedî, Kuddise Sirruh. Yusuf-ı Hemedanî, Kuddise Sirruh. Abdülhalık Gücdüvanî, Kuddise Sirruh. Arif-i Rivegerî, Kuddise Sirruh. Mahmud-ı Fağnevî, Kuddise Sirruh. Ali Ramitenî, Kuddise Sirruh. Muhammed Baba Semmasî, Kuddise Sirruh. Seyyid Emir Külâl, Kuddise Sirruh. Şah-ı Nakşbend Muhammed Bahaeddin-i Buharî, Kuddise Sirruh. Alâeddin-i Attar, Kuddise Sirruh. Yakub-i Çerhî, Kuddise Sirruh. Ubeydullah-ı Ahrar, Kuddise Sirruh. Kadı Muhammed Zahid, Kuddise Sirruh. Derviş Muhammed Semerkandî, Kuddise Sirruh. Hâcegî Muhammed Emkenegî, Kuddise Sirruh. Muhammed Bâkibillah, Kuddise Sirruh. İmam-ı Rabbanî Ahmed Faruk-i Serhendî Müceddid-i Elf-i Sanî, Kuddise Sirruh. Muhammed Masum-ı Serhendî, Kuddise Sirruh. Muhammed Seyfeddin-i Serhendî, Kuddise Sirruh. Nur Muhammed Bedayunî, Kuddise Sirruh. Mazhar-ı Cân-ı Cânân, Kuddise Sirruh. Abdullah-ı Dehlevî, Kuddise Sirruh. Mevlânâ Halid-i Bağdadî, Kuddise Sirruh. Taha El-Hakkârî, Kuddise Sirruh Taha El-Harîrî, Kuddise Sirruh. Erbilli Mehmed Es’ad Efendi, Kuddise Sirruh. Yozgatlı Mehmed Hulusi Efendi, Kuddise Sirruh.Mehmed Hulusi Efendi, Bayezid Dersiamı iken, bir yandan da “Medresetü’l- kuzat”a devam eder. Fakat üçüncü sınıf imtihanlarından sonra Birinci Cihan Harbi’nin başlaması ile birlikte askere alınır ve Medresetü’l- Kuzat’ı tamamlayamaz. Askerliğini İhtiyat Zabiti olarak İstanbul’da yapan Mehmed Hulusi Efendi, harbin sonunda Aralık 1918’de Levazım Asteğmeni rütbesiyle yedek subay olarak terhis olur. Tekrar dersiâmlık vazifesine dönen Mehmed Hulusi Efendi, Yozgat Müftüsü Mehmet Hüsnü Efendi’nin vefatı ile münhal bulunan Yozgat Müftülüğü’ne 19 Mart 1919’da tayin edilir.Mehmed Hulusi Efendi, müftülüğün yanı sıra medreselerde müderrislik yapar. Demirli Medrese binasında açılan Dârü’l-Hilâfe Medresesi’nde müderrisliğin yanı sıra medresenin Müdür Vekilliği’ni de yürütür. Hal böyleyken, memleket çok zor günlerden geçmektedir!.. Düvel-i muazzama’nın kışkırtıp yoldan çıkarttığı ekalliyetlerin taşkınlıkları tüm şiddetiyle sürmekte, bilhassa Ermeni komitelerinin faaliyetleri devam etmektedir. İngilizler, yürüttükleri beşinci kol faaliyetlerinin gereği olarak Müslüman ahalinin temiz inançlarını alay mevzuu haline getirirler. Müthiş bir kara propaganda yürütülür, toplumun vicdanı olan pek çok şahıs hedef alınır.Yozgat’ta da Müftü Mehmed Hulusi Efendi hedeftir. İngilizler, Müftünün ahaliyi kışkırttığı, bundan dolayı Müslümanların bir Ermeni’yi katlettiği ve Ermeni kadınlarına da tasallut edildiği iddialarında bulunurlar. Neyse ki, derhal yapılan tahkikatın ardından iddiaların asılsız olduğu ortaya çıkar. Tahkikatlar İngiliz propagandasını ayan beyan gün yüzüne çıkarır. Beşinci kol faaliyetlerinin açık hedefi gelen Mehmed Hulusi Efendi, Müslüman ahaliye yönelik kara propagandaya karşı daha dikkatli olunması yönünde tembihlerde bulunur ve millî mukavemeti artırmaya gayret eder.Nihayet, Millî Mücadele ateşi alev alır. Yeni, ama daha çetin bir cihad başlar. Yozgat’ta büyük müftünün hizmetleri ve himmetleriyle pek çok badirenin önüne geçilir. Kasım 1919’da Mehmed Hulusi Efendi’nin riyasetinde Yozgat Müdafa-yı Hukuk Cemiyeti kurulur.Müftü Efendi, cemiyeti teşkilâtlandırmak için gayret ederken, bir yandan da Millî Mücadele’nin zaferle taçlanması adına fevkalâde tesirli vaazlar verir. Yozgat Müftüsü sıfatıyla, bir İngiliz oyunu olan Dürrizade Fetvasına karşı Anadolu ulemasının ortak kararıyla verilen Ankara Fetvası’nı tasdik eder. Genç ve atak bir müftü olarak üstün bir gayret ve faaliyetin içinde bulunan Mehmed Hulusi Efendi, Millî Mücadele’yi yapan Büyük Millet Meclisi’ne Yozgat’ı temsilen mebus seçilir. Meşhur Avni Doğan, (Kurtuluş Kuruluş ve Sonrası, İstanbul 1964, s. 58’de) Mehmed Hulusi Efendi’den bahsederken: “Yozgat Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi-Büyük Millet Meclisine azâ seçilen ve men’i müksirat kanunu kaldırıldığı gün, Meclisin pencerelerini açarak halkı meclisi dağıtmaya teşvik eden zat.” şeklinde bir ifade kullanır.23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi’nin açılışında hazır bulunan Mehmed Hulusi Efendi, açılış merasiminde Hacı Bayram-ı Velî Camii’nden meclise kadar, Salât-ü Selâmlarla Lihye-i Saadet’i baş üstünde taşıyan bahtlılardan olur. Meclisin Birinci İçtimaı’nda İrşad, Şeriye, Evkaf ve PTT Komisyonlarında çalışan Mehmet Hulusi Efendi, dönem içinde kürsüde beş konuşma yapar ve iki soru önergesi verir. Hilâl-i Ahmer, Tenvîr-i İrşad ve Mecrûh-u Guzât’a Yardım Cemiyetlerinde çalışır. Emvâl-i Metrûke Komisyonu Azâlığı ve Heyet-i Teftişiye Reisliği yapar. Bu vazifesi sırasında Ankara medreselerdeki derslerine ilâve olarak hususî dersler verir. Mebuslukla beraber bir başka memuriyetin birlikte yürütülemeyeceği kararı üzerine müftülüğü tercih ederek 14 Mart 1921’de istifasını verir ve Yozgat’a döner. Kadir Mısıroğlu, (Kurtuluş Savaşında Sarıklı Mücahidler, Genişletilmiş Onbirinci Baskı, İstanbul 2010, s. 401-402’de) ise Mehmed Hulusi Efendi ve istifası meselesine dair şunları kaydeder. “Yozgat Müftüsü Mehmed Hulusi Efendi, Birinci Büyük Millet Meclisi’nde Yozgat Meb’usu idi. Fakat büyük vatansever Ali Şükrü Bey’in câniyâne bir surette şehid edilmesi üzerine meb’usluktan nefretle istifa eylemiştir. Türk-Yunan harbinde zafer için köy köy dolaşarak halkın cepheye koşmasını temin edecek vaazlar vermiştir. Meclisin açılışında Hacı Bayram’dan Meclise kadar baş üstünde taşınan Lihye-i Saadet’i bir müddet o taşımıştır”.Yozgat’ta, müftülükle beraber yine ders okutmaya ve sohbetlerine devam eder. Fakat Mehmed Hulusi Efendi, Menemen Hadisesi’nin ardından takibata uğrar. Devlethaneleri polis gözetimine alınır. Çok sürmez hakim karşısına çıkarılır. Yozgat Lisesi Biyoloji hocası Fazlı Bilecen’in hüsn-i şahadeti ile beraat eder.Mehmed Hulusi Efendi, okur yazar ve konuşur halde mükemmelen bildiği Arapça ve Farsça’nın yanı sıra İngilizce ve Fransızca bilmektedir.15 Haziran 1950’den 6 Haziran 1959’a kadar, Diyanet İşleri Başkanlığı Müşavere ve Dinî Eserleri Tetkik Heyeti’ne alınır ve Diyanet merkez teşkilâtında vazife yapar. Bu sırada, 12 Ocak 1955’de, Ankara’da karşıdan karşıya geçerken araba çarpması sonucu iki ayağından sakat kalır. Mehmed Hulusi Efendi, sıhhati hizmetine mâni olunca Haziran 1959’da emekliye ayrılır. Kalan günlerini Yozgat’ta geçirir.Ömrü boyunca halkı irşad ile meşgul olan Mehmed Hulusi Efendi, Yozgat’a döndükten sonra da sürekli okur, okutur. Müftü Mehmet Hulusi Efendi, fevkalade büyük bir alimdir. İleri görüşü ve ilmî dirayeti herkes tarafından kabul edilen bir zattır. Talebeleri ve hane halkı kerametine de şahittir. Ziyaretine gelenlere nasihat eder ve kalan ömründe İslâmiyet’in yüce hakikatlerini gönüllerine nakşetmek için uğraşır. İcazet verdiği son talebelerden olan Ömer Faik Boran (d. 1908 v. 1995), Mehmed Hulusi Efendi’nin devlethanelerinde nadide el yazmalarıyla dolu büyük ve muhteşem bir kütüphanesi bulunduğunu söylerdi. Hatta Ömer Faik Bey: “Müftü Efendi merhumun hafızası adeta nisyanı inkâr edecek kudrette idi.” diyerek onun hafıza kudretine takdir ve hayretlerini ifade ederlerdi.Müftü Hulusi Efendi’nin kendi te’lîfi yarım kalan birkaç eserinin olduğu bilinmektedir. Şu hatıra, her hâlde onun kudret-i ilmiyesini tebarüz ettirmeye kâfidir sanıyorum:1949 ya da 1950’de tirenle hac mümkün olunca, İstanbul’dan bir kafile yola çıkar. Tirende Erbilli Mehmed Es’ad Efendi’nin kâimmakâm-ı irşâdı İstanbul Ayazma Camii İmamı Bursalı Şeyh Mustafa Hulusi Efendi (v. 10 Kasım 1950) başta olmak üzere devrin önde gelen zevat-ı kiramından bazısı da bulunmaktadır. Tiren Yerköy’de durur. Yozgatlı akın eder Yerköy İstasyonu’na. Şeyh Mustafa Hulusi Efendi’nin Yozgat’ta bulunan müridânı başta olmak üzere, ahali Şeyh Efendi’yi görmek için yollara düşer. Ahali Şeyh Efendi’yi ziyaret eder. Öyle ki bu ziyaret: “Şeyh Efendi o kadar nuranî idi ki, sanki bir ay parçası idi.” denilerek hâlâ yâd edilir.Tirene, Yozgat’tan Mehmed Hulusi Efendi ve Şeyhzade Ahmed Şevki Efendi (d. 1906 v. 2002) biner. Şeyhzade merhum, Niğde’ye kadar huccâc-ı kiramı uğurlar ve döner. Diğerleri yola devam ederler. Yolda Şam’a uğrarlar. Şam ziyaretlerini yaparlar. Mehmed Hulusi Efendi, meşhur Ümeyye Camii’nde kürsüye çıkar ve Arapça bir vaaz verir. Şam ulemasını ve ahaliyi hayran bırakan bu tesirli vaaz uzun süre konuşulur. Araplar: “Demek Türkiye’de böyle alim kalmış mı?” diye hayret izhar ederler. Zira Suriye’de, Türkiye ve Türklük karşıtı propagandada: “Türkiye’de Türkler tanassur etti, yani Hıristiyan oldu!” diye alçakça bir yakıştırma yapılmaktadır. Ahali, bu menfi tesirle vaazı dinleyince hem şüpheleri gider, hem hayranlıkları artar, hem de Türkiye hasretleri devam eder.İlim, irfan ve irşad ile müzeyyen bereketli bir hayat süren Mehmet Hulusi Efendi, 22 Kasım 1964’de Yozgat’ta âlem-i cemâle vasıl olur. Sarıtopraklık Mezarlığı’nda sırlanır.Fakat hayfâ ki, Müftü Efendi’nin Hakk’a yürümesinden sonra bilâvelet olduğu için vârisleri tarafından kitapları satılır, belki o zaman onun te’lîfi pek çok şey kaybolup gitmiştir. İcazet verdiği son talebesi Ömer Faik Boran Bey kitapların bir man kamyonu doldurduğunu söylemiş ve ağlamıştı. Aynı zamanda bir şair olan Mehmed Hulusi Efendi, tasavvufî bir neş’e ve coşkunlukla şiirler söylemiştir. Bir divan teşkil edip etmediğini bilmiyoruz.Eski Yozgatlılar nezdinde “Büyük Müftü Efendi” diye derin bir ihtiram ile anılan Mehmed Hulusi Efendi’ye ait şiirlerden bazısı elimizde bulunmaktadır.Şiirler Na’t-ı Şerîf’tir. İrfan ehline hediye olsun:Temâşâ-yı cemâlinle temennâ-yı visâlinleÇıkar rûhum garâmınla Şefâat Yâ ResûlallahBenim aklım olup hayrân civâr-ı Ravza’na tayrânKabûl ister umar ihsân Şefâat Yâ ResûlallahYanar kalbim yanar her an dahî azalarım sûzânOlayım yoluna kurban Şefâat Yâ ResûlallahYetiş imdâdıma lutfet sivâd-ı cürmümü affetSon dem imânımı hıfzet Şefâat Yâ ResûlallahSana malûm benim hâlim değilim şer ile kâimGözümden kan akar dâim Şefâat Yâ ResûlallahBihamdillah benim adım Muhammed’dir tebah halimBenim yok zerre âmâlim şefâat Yâ ResûlallahSeni Allah Habîb etmiş kamû derde tabîb etmişHoş ümmetlik nasîb etmiş Şefâat Yâ ResûlallahDeğildir şânına lâyık ki isme hörmete hâlıkYakar mı olsa da âbık Şefâat Yâ ResûlallahHulûsî cân iken tende Resûle olagör bendeÜmîdim yalınız sende Şefâat Yâ ResûlallahŞeyhülislam Âsım Efendi’nin şiirine Müftü Mehmed Hulusi Efendi’nin Tahmisi:Âteş-i aşka düştüm geceleri uyanıkCiğer kebâb oluyor tüter yankısı yanıkRahm eder bana billah aşkımdan zerre zayıkEy sarbân-ı müşfik hiç olmadın mı âşıkAheste revlik etme rahm eyleyip bu zâreDüştüm râh-ı aşkına fedâ-i cânla encâmEczâyı hep vücudum eriyor etme ebrânBen âh u zârı kesmem ne kadar etsen ikrâmBen dermend-i aşkım her yerde kılmam âramTâ vâsıl olmayınca serhadd-ı kûy-i yâreDil pâre pâre oldu şevkından ol diyâreGöz göz oldu delindi onulmaz oldu yâreRahm et Allah aşkına akan şu eşk-bâreEy sârbân zîmâm-ı çek semt-i kûy-i yâreVîrâne dilde zirâ yer kalmadı karâreBakub sahrâ-yı remle olma hazîn-i gamlekBu yol râh-ı selâmet sanma ânı hevinlâkŞûle-i aşkı kalbin kâfi iken nedir bâkBîm-i zalâm şebden olma sakın vehmnâkAh şerâre bârım hâcet mi kor nihâreYolda susuz kalırsa dumûum eylemem necşBîzâre hâl olursa vücûdum eylemem arşZayıflayub kalırsa cânımı eyleyim erşÂzarde pay olursa cemmâzin eyleyem ferşDibâce-i cebînim şecm ile rehgüzâreHakîkî aşk olmazsa bûy-ı cânân erişmezSemâyesi terk-i cân her fert ona girişmezDevlet kûyında ölmek cenâna da değişmezOl kûy-ı cânfezâ kim ehl-i nazar değişmezBir seng-i rîzesini bin dürr-i şâhvâreMatla-ı nûr-âlem Ravza-i tâb-nâkinArşdan dahî mukaddes bıkâ-yı zât-ı pâkinFakr oldu arşa elhak gubâr-ı pâ-yı pâkinOl kûy-ı arş ratbet kim hâk-i ıtırnâkinMelikşeh eylemiş Hak pişânî-i kibâreMest etdi bûy-ı köy görünen işde odurŞifâ-bahşâ-i emrâz kamû turâbı nûrdurSürem Ravza’na yüzüm Cennetü’l-me’vâ olurDârüs-sekîne yanî şehr-i Medîne olurİzz ü şerefle me’vâ sultân-ı kâmkâreRahmetenlilâlemîn şefâat kânı AhmedSenin çün halk olundu umum eşyâ-yı bî-hadŞânında nâzil oldu senâ-yı Hak müekkedSultan-ı mülk-i sermed mahbûb-ı Hak MuhammedKim kulluğu şereftir şâhân-ı tâc-dâreBilcümle müznibînin halâsıdır nigâhınSenin câhına muhtâc umûm ibâdı Hakk’ınHulûsî’ye şefâat bi-câh-ı nûr-i Hakk’ınEy cümle âlemin mahzâ atâsı HakkınSenden olur olursa Âsım fakîre çâreHasılı kelâm: Bütün bu meselelerin üstüne Müftü Mehmed Hulusi Efendi için şu niyaz herhalde yerinde olacaktır. Rahmeti sonsuz Cenab-ı Hak, bu büyük millete Millî Mücadele günleri başta olmak üzere bir ömür hizmet etmiş, ilim ve irfan ışığı ile gönülleri ve ufukları aydınlatmış büyük alim ve velî Şeyh Mehmed Hulusi Efendi’yi gufranı ile sarsın…