Omuzlarda bir tabut, içinde ben, işte gidiyorum dünya denilen yerden... Nedir bu gıcırtı, nedir hızlı hızlı giden bu ayak sesleri. Sevenlerimin omuzlarındayım. Ooo, beni sevmeyenler de tutmuş tabutumdan... Durun konuşmayın öyle hemen, bekleyin biraz;
önce bir toprağa gireyim, sonra söyleyin arkamdan ne söyleyeceksiniz.
Biliyorum birileriniz iyi diyecek, birileriniz kötü; biliyorum gülerek konuşacaksınız mezarımın başında, cenazeme bile saygı duymayacaksınız. Sevdiklerim birazcık saygı
diyecek ama onu bile duymayacaksınız. Biliyorum hoca Kur’an okurken bile dinleme gereği duymayacaksınız. Biliyorum yalan dünyanın emanet mülklerini anlatacaksınız
birbirinize. Biraz sabredin, bir gireyim toprağa, hoca beni teslim etsin emanetin sahibine, sonra istediğiniz gibi konuşun. Dost bildiklerimin dostum olmadığını, arkadaşlarımın arkadaşım olmadığını, beni
sevmeyenlerin aslında beni sevdiğini, beni seviyor bildiklerimin aslında beni
sevmediklerini duyuyorum ama seslenemiyorum. Özür dilerim, yanlış yapmışım
diyemiyorum. Ne de çabuk koydunuz beni mezara? Bu tahta da neyin nesi? Durun, gitmeyin!
Bağırıyorum, duymuyor musunuz? Koca ömürden adım yazılı bir mezar tahtasımı var başımda? Sevdiklerim, dostlarım! Hani çok seviyordunuz beni, ne de çabuk bırakıp gidiyorsunuz? Siz kimsiniz, ne soracaksınız bana, ya bilemezsem sorularınızı? Beni omuzlarda getirenler! Durun, gitmeyin; size sesleniyorum! Duymuyor
musunuz? Nerede benim uğruna ömrümü heba ettiğim EMEKLERİM! Üstat Necip Fazıl diyor ya: “Her ağızda her telde fanilik dırıltısı / Sonunda tek bir şarkı tabutun gıcırtısı!”