Palandöken dağlarını açtık. Ovada Erzurum görünüyordu. Dürbünle bu dağ tepesinden bu harp şehrin Kale duvarı arasına girmeden Şimaliinden veya Cenubundan geçmek imkanı araştırdık. Şehrin gar’a giden cihetlerinde bir iz yoktu. Allah’a tevekkülle yürüdük. Bir de ne görelim;
yerimizden kalabalık kızaklarla yürüyüş yapan bir kafile geliyor. Kafile geldi ve bizim kafileyi geriye bırakarak geçti. Öğrendik ki bu kafile üçüncü ordu kumandanı rahmetli Yakup Şevki Paşa’nın karargahını Kars’tan Erzurum’a nakleden kafile imiş.
Peşine takıldık. Hiçbir soruşturmaya mahal kalmadan kafileyle biz de Erzurum kalesi içine girdik.
Kars kapısı yanında harap bir Han’a yerleştik. Ama İstanbul kapısından nasıl çıkacaktık? Erzurum’da bir günlük molamız hep bu düşünceyle geçti. Nihayet şöyle bir formül bulduk. Ben mülazım formamı çıkartacağım, kendime yüksek rütbeli bir ümera süsü vereceğim.
İlhamı bey ya verim olacak ve yerimizden gelen silahlı Salih ay erdem ve halen kasap mahmut Çavuşoğlu Süleyman Efendi de emir neferlerimiz yerine alacak ve bu suretle İstanbul kapısından çıkmak imkanini arayacaktık.Ümera olduğumuzu ispat edecek tek vesika hayvanımın üzerinde bulunan eyerin ümeralara mahsus hayvanlara vurulan eyer takımı idi. 5 Şubat günü sabahın erken vaktinde yürüdük. Tertip üzerine kafile hareket ediyor. Cephanelerin üzerinde seccadeler örtülü ve yatak takımlarımız bulunuyordu.
Tam kapıya vardık, karşımıza bir polis ve bir inzibat çavuşu dikildi ve silahların vesikasıyla kim olduğumuzu sordu. Ben tereddüte düşmeden soğukkanlılıkla Sivas ahzıasker dairesi reisi olduğumu, gerimdekinin ya verim bulunduğunu söyleyerek Paşa’ya selamlarımı söylenmesini, silah vesikası sorula labilmesi için sansa dairesindeki geçidin teminat altına alınması gerektiğini bildirmekle polisi ve inzibat çavuşunun selamlayarak yürüdüm ve selametle kafile İstanbul kapısından geçti ve yola koyuldu. Geceyi Erzurum Ilıcalar’da geçirdik.
6 Şubat günü kafile Erzurum Ilıcalar ndan ayrılarak yola dizildi. Bu uzun ve meşakkatli yolun devamı sırasında maruz kaldığımız müşkülatın teferruat ına girmeyecegim. Gün oldu ki kızakla, gün oldu arabayla ve nihayet arabanın geçemediği yerlerde kafile bütün ağırlığını hayvanların sırtına yükleyerek hızla ilerledi. İşte asıl anlatmak istediğim cihet: o gün için memleketin içinde yaşadığı şeraite muvaffak yolculuk üzerinde geniş izahlardan kaçıncağım.
Erzurum’dan ayrıldığımızdan itibaren her gün geçtikçe manzara değişiyor. Yurdun içindeki açlık ve sefalet genişliyordu. Güzergahta bulunan köyler baştanbaşa harap, duman dahi tutmuyor, tek tük ocağı yanan evlerde dul kadın ve yetimlerden başka bir varlığa rastlanmıyordu.
Devamı Yarın...