“Kal den önce hâl gelir” sözü, sadece bir öğüt değildir; hayatın tam merkezine oturan bir hakikattir. Çünkü insanın söylediği, ancak yaşadığıyla değer kazanır. Fotoğraftaki ağaç nasıl meyve vermezse, sofranın görüntüsü nasıl doyurmazsa; davranışa dökülmeyen söz de kimseyi beslemez, kimseye tesir etmez.
Bugün dünya, konuşan insanlardan yana çok zengin; ama konuştuğunu yaşayanlardan yana fakirdir. Etrafımıza baktığımızda herkes bir şey biliyor, herkes bir şey söylüyor, herkesin bir fikri var… Ama bu fikirlerin ne kadarı yaşanıyor? Bir arkadaş, sürekli sabırdan bahsedip en ufak meselede öfke patlaması yaşıyorsa; bir baba, evlatlarına dürüstlük dersi verip kendi alışverişinde hileye kaçıyorsa; bir öğretmen, kitap sevgisini anlatıp eline kitap almıyorsa… O sözlerin etkisi buhar olup uçuyor.
DİNİ KONUDA DA BÖYLE…
Kur’an’da defalarca “Yapmayacağınız şeyleri söylemeyin” diye uyarılır. Çünkü inanç, sözle değil hâl ile ispatlanır. Merhametten bahsedip komşusunun halini sormayan, adaletten bahsedip küçük bir menfaatte haksızlık yapan, tevazudan bahsedip kibriyle dolaşan kimse… kendi sözünü kendi davranışıyla yalanlar. Peygamber Efendimiz’in etkisi, çok konuşmasından değil; yaşadığını anlatmasından geliyordu. Onun ahlakı, mesajını taşıyan en güçlü delildi.
Bir insanın çocuklarına “namaz kıl” demesi kolaydır; ama sabahın serininde uyku tatlıyken kalkıp seccadeye durması, o sözden çok daha öğreticidir.
FELSEFİ AÇIDAN BAKILDIĞINDA DA AYNI GERÇEK KARŞIMIZA ÇIKAR.
Sokrates’in yıllarca ısrarla savunduğu şey şuydu: “Bilgi, ancak davranışla doğrulanır.”
Aristoteles ise erdemi bir eylem alışkanlığı olarak tanımlar. Yani iyi olduğunu söyleyen biri değil, iyi davranışı sürekli gösteren biri gerçekten erdemlidir.
Bir kişinin “ben çok adaletliyim” demesi hiçbir değer taşımaz; adil bir durumda çıkarı tehlikeye girse bile adaleti tercih eden biri, gerçekten adildir.
Bu perspektiften bakınca, söz davranışla temellenmediğinde felsefede buna “boş iddia” denir. Ne kadar süslü olursa olsun, içi boştur.
HAYATIN HER ALANINDA GEÇERLİ…
Kültürel değerlerde böyle, ahlakta böyle, aile içi iletişimde de böyle.
Bir anne “saygı önemli” deyip çocuğuna bağırıyorsa, sözünün kıymeti kalmaz.
Bir toplum “birlik olalım” deyip birbirini küçük görüyorsa, yalnızca kendi kendini kandırır.
Bugün birbirimize çok söz veriyoruz:
“Daha sabırlı olacağım.”
“Daha anlayışlı olacağım.”
“Kimsenin hakkını yemeyeceğim.”
“Gıybet etmeyeceğim.”
Peki bunların kaçını yaşıyoruz?
İnsan, her gün aynaya bakıp kendi hatalarını unutmaya meyilli. Ama hayat bize şunu fısıldıyor:
Yaşamadığın şey seni büyütmez, söylediğin şey ise kimseyi ikna etmez.
Bu yüzden bazen insanın içinden “Önce kendine bak, sonra konuş!” demek geliyor. Çünkü gerçek değişim kendimizden başlıyor. Bir sözün değerini, onu söyleyen değil, yaşayan belirliyor.
Söz kulağa gider, hâl gönle işler.
Ve gönle işleyen her şey, dünyayı değiştirir.