Hayatın bize ne getireceğini önceden bilemiyoruz. Bugün işler yolunda giderken yarın beklenmedik bir krizle karşı karşıya kalabiliriz.   
     Bu durum sadece bireyler için değil, işletmeler için de geçerli. 
     Geçtiğimiz haftalarda "Finansal Şeffaflık ve Kurumsal Sürdürülebilirlik" üzerine konuşmuştuk. 
     Şeffaflık olmadan uzun vadede sürdürülebilirliğin mümkün olmadığını vurgulamıştık. 
     Bu hafta ise hem bireylerin hem de işletmelerin bu tür krizlere karşı nasıl daha dayanıklı olabileceğine odaklanıyoruz.
     Peki, hem bireyler hem de işletmeler bu tür krizlere karşı nasıl hazırlıklı olabilir? Öncelikle, gelir ve gider dengesini sağlamak işin temel taşı. Bu, sadece "az harca, çok kazan" gibi klişe bir tavsiyeden ibaret değil.   
     Gelirini ve giderini bilmek, nereden para kazandığını ve nereye harcadığını fark etmek gerekiyor. Mesela, geçen gün bir arkadaşım anlattı. 
     Her sabah işe giderken aldığı kahve ve simit, ay sonunda neredeyse bir asgari ücret kadar harcamaya denk gelmiş. Küçük gibi görünen bu tür harcamalar, farkında olmadan bütçeyi eritiyor. Aynı şey işletmeler için de geçerli. 
     Özellikle küçük esnafın, gereksiz elektrik tüketimi, stok fazlası ürün alımları ya da verimsiz çalışan personel giderleri gibi kalemlerde fark etmeden yaptığı harcamalar, kriz dönemlerinde ciddi sıkıntılara yol açıyor.
     Bir de işin borçlanma kısmı var ki, burası tam bir mayın tarlası. Bireyler bazen kredi kartını gelir kaynağı gibi görüp harcamaları abartıyor. 
     Geçen yıl tanıdığım biri, "nasılsa öderim" diyerek tatil masraflarını kredi kartına yükledi, ama işten çıkarılınca o borçlar kabus oldu. Hele bir de faizler yükselince işin içinden çıkmak daha da zorlaştı. 
     Oysa borçlanmak kötü bir şey değil; yeter ki kontrollü yapılsın. Örneğin, kredi kartını sadece ihtiyaç anında kullanmak, ödenebilir miktarda borçlanmak ve her ay düzenli ödeme yapmak, bireyleri büyük sıkıntılardan kurtarır.
İşletmelerde ise borçlanma stratejisi daha da önemli. 2018’deki kur krizini hatırlarsınız. 
     Dövizle borçlanan birçok şirket bir anda zor durumda kaldı. 
     Mesela, o dönem yurtdışından döviz kredisi alıp yatırım yapan bir inşaat firması vardı. 
     Dolar fırlayınca ödemelerini yapamaz hale geldiler ve projeleri yarım kaldı. 
     Ama aynı dönemde döviz riskini iyi yöneten, borcunu Türk Lirası bazında tutan ya da dövizde açık pozisyon almayan firmalar krizi çok daha az hasarla atlattı. 
     Hatta bazıları krizden sonra piyasa daraldığında daha uygun fiyatlarla yatırım yapma fırsatı buldu.
     Bir de işin tasarruf ve yatırım kısmı var. Burada da küçük birikimlerin büyük farklar yaratabileceğini unutmamak lâzım. 
     Pandemi döneminde birçok kişi işsiz kaldı ama kenarda üç beş kuruş biriktirenler daha rahat atlattı o süreci. 
     Mesela, emekli maaşından her ay bir kenara 100-200 TL koyan bir komşum vardı. 
     Pandemide herkes sıkışırken o, birikimleri sayesinde rahat etti. 
     İşletmeler için de aynı durum geçerli. Nakit rezervi tutan, zor günler için yedek akçe ayıran firmalar, krizlerde bir adım önde oluyor.
     Sonuçta, hem bireyler hem de işletmeler için önemli olan hazırlıklı olmak. Hayat her zaman düz bir çizgide gitmiyor, inişler çıkışlar mutlaka oluyor. 
    Ama gelir-gider dengesini sağlamak, borçları akıllıca yönetmek ve tasarruf alışkanlığı kazanmak, bu iniş çıkışlarda ayakta kalmanın en güvenli yolu.
Haftaya da bu konunun devamı niteliğinde, bütçe yönetimi ve basit yatırım stratejileri üzerine konuşacaz. 
     Hem ev ekonomisi için hem de küçük işletmelerin nasıl yatırım yapabileceğiyle ilgili pratik bilgiler paylaşacam. Beklemede kalın!