Yozgat’ın ufku…
Soruyorum size; Nohutlu-Çamlık arası kadar mı?
Bazen gerçekten de iki arada bir derede kalmış bir şehir görüntüsü veriyoruz. Ankara’ya giden de, İstanbul’a yol alan da, hatta sınırların ötesine geçen de dönüp bakınca sanki Nohutlu-Çamlık arasındaki kısır döngüden çıkamamış gibi görünüyor.
Makam sahibi de, servet sahibi de, siyasetçi de, bürokrat da o dar alana sıkışmış. Sanki ufkumuzu kapatan görünmez bir cam tavan var. Yukarı bakıyoruz, ileriyi görmek istiyoruz ama gözümüze hep aynı perde iniyor.
Geçtiğimiz günlerde kıymetli bir biyoenerji hocasıyla bu meseleyi konuşuyorduk. Bana dedi ki:
“Yozgat’taki bu gerginlik, bu olumsuz hava, bu asık suratlar var ya, tıpkı bir virüs gibi. İnsan insana bulaşıyor. Dar alanda sıkışan bu negatif atmosfer, zamanla bir toplumsal hastalığa dönüşüyor.”
Düşünün; mutlu bir insan görüyorsunuz, biraz konuşuyorsunuz ve kısa sürede onun da yüzü düşüyor. Sanki şehrin havasına sinmiş bir mutsuzluk, bir umutsuzluk var. Ve işin kötüsü bu duygu, farkında olmadan hepimize sirayet ediyor.
SİYASET Mİ, BİZ Mİ?
Şimdi bazıları diyecek ki, “Bu söylediklerin siyasete dokunuyor.” Evet, dokunuyor. Ama sadece siyasetin değil.
En başta siyasetçiler alınsın bu sözlerden, çünkü onlar yol açan, yön veren insanlar. Fakat biz gazeteciler de dahil hepimiz pay sahibiyiz. İş insanı, öğretmen, esnaf, öğrenci… Hepimiz bu atmosferi besleyen ya da kırmaya gücü yeten bireyleriz.
Bir şehirde gazeteciler sadece olumsuzluğu yazıyorsa, siyasetçiler sadece kavga ediyorsa, iş insanları sadece kendi çıkarını gözetiyorsa, o şehirde ufuk nasıl aydınlanacak?
UFKUMUZU DARALTAN NE?
Aslında mesele çok basit, kendi kendimize dar bir alana sıkışmayı tercih ediyoruz.
Birbirimizin başarılarını alkışlamak yerine, küçümsemeyi tercih ediyoruz.
Birbirimize destek olmak yerine, köstek oluyoruz.
Ufkumuzu açacak girişimlere kulak vermek yerine, “bizden olmaz” deyip daha başlamadan bitiriyoruz.
Şimdi size ironik bir şey söyleyeyim, Yozgat’ta biri bir şey yapmaya kalkışsa, daha başlamadan ona bir komite kurulur. Komitenin görevi de bellidir: “Nasıl engel oluruz?”
İşte bu yüzden otoparksız binalarımız var, işleyen trenlerimiz yok, göğe yükselen hayallerimiz var ama yere çakılan gerçeklerimiz de cabası.
Peki çözüm?
Derman var mı bu virüse?
Elbette var!
Uzmanı değilim ama bu şehirde yaşayan bir gazeteci olarak birkaç görüş paylaşayım;
Pozitif Enerjiyi Yaymak, önce yüzlerimizdeki asık ifadeyi silelim. Gülümsemek bile şehirdeki atmosferi değiştirecek ilk adımdır.
Başarıyı Takdir Etmek, Ufkumuzu açacak her girişime destek verelim. Bir iş insanı fabrika açıyorsa, bir öğretmen proje yapıyorsa, bir sporcu başarı elde ediyorsa hep birlikte alkışlayalım.
Birlikte Hareket Etmek, Kavga yerine ortak aklı tercih edelim. Yozgat’ın geleceği için herkesin omuz vermesi şart.
Gençlere Güvenmek, Yozgat’ın gençleri, bu şehri ufuk çizgisinin ötesine taşıyacak güçte. Onların fikirlerine, projelerine kulak verelim.
Saat Kulesi gölgesinden dünyaya açılmak, Çamlık’tan ya da Saat Kulesi gölgesinden baktığınızda ufuk dar görünebilir. Ama Yozgat’ın sınırlarını zorlayan vizyoner projelerle bu şehir Türkiye’nin değil, dünyanın gündemine girebilir.
Sevgili hemşehrilerim,
Yozgat’ın ufkunu daraltan ne gökyüzü, ne dağlar, ne de coğrafya. Ufkumuzu daraltan biziz.
Gelin bu kısır döngüyü kıralım. Negatif virüsü yaymak yerine, pozitif enerjiyi yayalım. Yozgat’ın ufku Notlu-Çamlık arası kadar değil; inanın, gönlümüzün genişliği kadar. Ve gönlümüzü genişletmek de bizim elimizde.
Bir avuç yürek, koca bir şehrin ufkunu aydınlatmaya yeter.
Haftanın ilk günü bir pozitif enerji yayalım ve bu sabaha nefesle uyandıran Allah’a sonsuz şükürler gönderirken, bu gün her şey çok güzel olacak diyelim.
Bakalım ne olacak!