Geçtiğimiz günlerde Yozgat’ta çok anlamlı bir hareketlilik vardı. Yozgat Dernekler Federasyonu, “Yozgat Seni Çağırıyor” adıyla bir gezi düzenledi. Ankara’da yaşayan, kimisi çocuk yaşta Yozgat’tan göçmüş, kimisi de doğup büyüdüğü topraklara bir daha dönememiş hemşerilerimiz için organize edilen bu tur, aslında bir “dönüş çağrısı”ydı. Belki otobüsle birkaç günlük ya da birkaç saatlik bir yolculuktu ama aslında bu, insanın özüne yaptığı uzun bir yolculuktu.
Bu turların ilkiydi. Bugüne kadar yapılmamış, düşünülmemiş bir işe imza atıldı. Kafilede kimler yoktu ki? Kimi her yaz köyüne gelen emektar babasının izini sürüyordu, kimi ilk defa “Yozgat’ın neye benzediğini” görmek için yola çıkmış gençti. Yani kimisi memleketin toprağında yürümeye alışkındı, kimisi o toprağı ancak dedesinin cümlelerinden duymuştu. Ama hepsi, aynı duygunun yolcusuydu: “Ben Yozgatlıyım.”

BİR TUR DEĞİL, BİR HATIRLAYIŞ

Bu gezi bir tanıtım turu değil, bir “hatırlayış seferi”ydi aslında. Çünkü insan, özünü hatırlamadıkça eksik kalır. Evet, birçoğumuz şehirlerde büyüdük, diplomalar kazandık, iş kurduk, makam sahibi olduk. Ama o başarıların bir yerinde eksik bir şey var: Toprak kokusu.
Oysa insan, yaşama sevincini özünden alır. O öz, ecdadının yaşadığı topraklardadır. O öz, sabahın serinliğinde gözeden içilen suyun berraklığındadır. O öz, köy çeşmesinde yıkanan ellerde, harman yerinde yankılanan çocuk kahkahalarındadır.
Bir zamanlar Yozgat’tan çıkıp dünyaya açılan pek çok hemşerimiz, belki başarıdan başarıya koştu ama o “gözene suyu”nu, yani memleketin saf ruhunu unuttu.
İşte bu tur, unutanlara bir hatırlatma gibiydi.
“Bak,” diyordu Yozgat, “ben buradayım… seni bekliyorum.”

SELÇUK BAĞCI VE BİR UYANIŞIN ADIMI

Yozgat Dernekler Federasyonu Genel Başkanı Avukat Selçuk Bağcı, bu anlamda çok kıymetli bir işe imza attı. Çünkü bu tür organizasyonlar sadece gezmek, yemek, fotoğraf çektirmek değildir. Bu turlar, bir uyanıştır. İnsanların içindeki memleket duygusunu tazeleyen, “ben kimim, nereden geldim” dedirten bir aynadır.
Bugün şehir şehir, ülke ülke dağılmış Yozgatlılar var. Her biri kendi hikâyesinde bir başarı yazıyor. Ama dönüp baktığında, birçoğunun içinde aynı sızı: “Keşke bir daha köyüme gidebilsem, annemin tandır ekmeğinin kokusunu duysam…”
İşte o eksik duyguyu hatırlatmak, işte o köke yeniden dokundurmak, işte o saf suyu tekrar tattırmak için bu tür adımlar çok ama çok değerli.

GÖZENİN SUYU GİBİ OLMAK

Benim çocukluğum da köyde geçti. Bizim köyde dağlarda gözeler vardı, öyle berrak, öyle tatlı sular akardı ki… Eğilip avuçlarımla içerdim, soğukluğu yüreğimi serinletirdi.
Şimdi düşünüyorum da, insanın memleket sevgisi de o gözeler gibi olmalı: saf, temiz, içten.
Kirlenmemeli çıkarla, unutmamalı zamanla.
Bugün bazen görüyorum; Ankara’da, İstanbul’da hala Yozgat’ı “iki öküzle saban süren bir yer” sanan hemşerilerimiz var. Belki ayıp değil, ama yazık. Çünkü görmedikleri, bilmedikleri için söylüyorlar.
Bir gün gelsinler, baksınlar Yozgat’a…
Görsünler Bozok Yaylası’nın güneşini, duysunlar Çamlık’taki kuş sesini.
O zaman anlarlar ki, Yozgat geride değil; tam da kalbin orta yerinde, özün ta kendisinde.

ÖZÜNÜ UNUTAN, YOLUNU KAYBEDER

Bugün Yozgat seni çağırıyor, ey gurbetteki hemşerim.
Belki dön demiyor, ama “hatırla” diyor.
Çünkü insan özünü unuttu mu, yolunu da kaybeder.
Öz, o gözede.
O suya eğilip içtiğinde, yeniden kim olduğunu hatırlarsın.
Yeniden güçlenirsin, yeniden insan olursun.
Yozgat seni çağırıyor;
gel ki o çağrı, sadece bir yolculuk değil, bir “kendine dönüş” olsun.
Unutma, insan köklerinden ne kadar uzaklaşırsa, o kadar kurur.
O yüzden diyorum ki:
Gel hemşerim… o gözeden bir yudum su iç.
Belki o yudum, bütün hayatına yeniden anlam katar.
“Yozgat Seni Çağırıyor” turu bir başlangıç. İnşallah bu çağrı sadece kulağa değil, yüreğe de ulaşır. Çünkü özüne dönen insan, aslında yeniden doğar.