Son günlerde Yozgat’ın sanal gündemi bir kez daha toz duman…
Kimin ne dediği, kimin neye karşı çıktığı, kimin hangi paylaşımın altına hangi yorumu yaptığı konuşuluyor.
Oysa konuşulmaması gereken konuları konuşuyoruz biz.
Üzerinde düşünülmesi gereken meseleleri değil, ses getiren ama özünde boş olan meseleleri büyütüyoruz.
Gündemde bu kez “odun ateşli fırınlar” var.
Yozgat Belediye Başkanı Dr. Kazım Aslan’ın açıklamasıyla birlikte, odunla çalışan fırınlara artık yeni ruhsat verilmeyeceği, mevcutların da zamanla dönüşmesi gerektiği söylendi.
Kıyamet koptu!
Kimi “Yozgat’ın ekmek geleneği bitiyor!” dedi, kimi “Bu işte siyaset var!” dedi, kimi de “Doğalgazlı fırın ekmeği mi olurmuş?” diye veryansın etti.
Evet…
Bu şehirde odun ateşiyle pişen ekmeğin kokusu, sadece bir lezzet değil, bir hatıradır.
Taş fırının önünde beklerken, fırıncı ustasının elinden çıkan ekmeğin üzerindeki çıtırtıyı duymak bir medeniyettir aslında.
Ama mesele şu: odun ateşiyle pişirmek değil problem, denetimsizliktir!
Odunun istifi, dumanın kontrolü, bacanın temizliği, yanma oranı düzgün ayarlanmazsa hem çevreye hem sağlığa zarardır elbet.
Fakat her işte olduğu gibi burada da çözüm yasaklamak değil, düzenlemektir.
Odun ateşli fırın Yozgat’ın kimliğidir, ama bu kimlik ihmale kurban edilmemelidir.
Ne o fırıncıyı küstürelim, ne de şehrin havasını zehirleyelim.
Belediye’nin bu konuda atacağı adımların doğru denetimle, hakkaniyetle yürütülmesi gerekir.
Yoksa “ekmek üzerinden siyaset” yapılırsa, kaybeden yine Yozgat olur.
Bu tür tartışmalar, şehirdeki gerçek gündemlerin üzerini örtüyor.
Oysa bizim konuşmamız gereken başka şeyler var…
Mesela yıllardır “bitti, bitecek” diye beklediğimiz, bir türlü bitmeyen o meşhur Şehir Stadyumu.
Adı bile artık “şey” olarak anılmaya başlandı çünkü milletin dilinde bitmeyen bir hikayeye dönüştü.
Bitse de millet rahatlayacak, bitmese de “yine aynı hikaye” diye söylenecek.
Stadyum, aslında Yozgat’ın yatırım kaderinin özeti gibi…
Her şey başlarken bir umut, devamında bir bekleyiş, sonunda da bir hayal kırıklığı…
Bugün geldiğimiz noktada “Bitti, hayırlı olsun” diyoruz ama sormalı:
Bu stadyum gerçekten “bittiği için” mi seviniyoruz, yoksa “bitmesine razı kaldığımız” için mi?
Devletin kasasından çıkan her kuruş, bizim cebimizden çıkan paradır.
Bu kadar para harcanarak yapılan stadyumun, yer olarak, proje olarak, kapasite olarak Yozgat’a ne kadar yakıştığını sorgulamak gerekmez mi?
Yozgat’ın kaderi midir, her gelen müteahhidin şehre bir yarım iş bırakması?
Türkiye’nin bir ucundan bir ucuna demir ağlarla, otoyollarla, hava limanlarıyla donatan devlet, nasıl oluyor da Yozgat’ta bir stadyumu yıllarca bitiremiyor?
Bu soruyu artık açık açık sormanın zamanı geldi.
Çünkü mesele sadece bir binanın gecikmesi değil; mesele, şehrin ciddiye alınmaması.
Yatırımlar neden hep aynı şekilde aksıyor?
Müteahhitler kim?
Siyasi bağlantılar mı devrede, yoksa Yozgat’ın kendi içinde bir denetim zafiyeti mi var?
Bu sorulara dürüstçe cevap verilmezse, biz her dönemde bir “yarım iş” hikayesiyle yaşamaya mahkum oluruz.
Bugün stadın açılışı yapılırken alkış tutan ellerin içinde buruk bir gerçeklik var aslında.
Evet, sonunda açıldı…
Ama hangi bedelle?
Ne kadar zaman kaybettik, ne kadar itibar yitirdik?
Bu şehirde artık “bitti” diye sevinmek değil, “zamanında, doğru, planlı yapıldı” diye gururlanmak istiyoruz.
Yozgat, müteahhitlerin insafına, sanal gündemlerin gürültüsüne kurban edilecek bir şehir değil.
Bu toprakların insanı alın teriyle, ekmeğiyle, inancıyla yaşar.
Emeğin hakkını, devletin itibarını, şehrin geleceğini korumak bizim boynumuzun borcudur.
O yüzden gelin, bu şehirde artık boş tartışmaları değil, gerçek sorunları konuşalım.
Yozgat’ı sanal gündemlerden değil, akıl, üretim ve birlikten besleyelim.
Belki o zaman hem ekmeğimizin kokusu, hem de stadımızın ışıkları aynı anda gururla yükselebilir gökyüzüne.
Ve işte o zaman diyebiliriz:
“Yozgat, kendine yakışanı yaptı.”