Yozgat’ı bir bütün olarak gördüğümüz an başlıyor her şey…
Önce biz tanımalıyız bu toprağı.
Ve önce biz sevmeliyiz.
Ama öyle lafla değil, sadece bakarak da değil…
Göstermelik tebessümlerle, iki pozla değil.
Bir yüreğe dokunmadan, bir derdin ucundan tutmadan sevgi olmaz.
Çok geziyor, çok fazla görüyor, herkese nasip olmayacak bir Yozgatlı profili ile tanış oluyoruz.
Yüreğinde memleket hazinesini saklı tutan ve her an paylaşmaya hazır değerlerimiz de çıkıyor karşımıza, göstermelik pozlarla vakit dolduran da.
Biraz izlerin karışmasından kaynaklı oluyor sancılı süreçler.
Yüreğinde memleket hazinesi taşıyan, sıcacık bir selamla içini açan bir değerle tanışıyorsun.
Bir de var ki…
O pozlar var ya…
Sadece vakit doldurmak için poz verenler…
Gittiği her yerde Yozgatlıyım diyen ama Yozgat’a, değerlerine, mevcudiyetine değer vermeyen…
Bazen izler karışıyor…
Kalpler, yüzler, niyetler…
Kim seviyor gerçekten, kim sadece görünmek istiyor, çözmek kolay değil.
Ben de düştüm bu hataya.
Mesleğim gereği, nice insanı aynı sayfaya koydum.
Nice isme aynı değeri biçtim.
‘Yozgatlı olsun da çamurdan olsun’ dedik, iyi niyetle.
Ama sonra gördük ki çamurun içinden altın çıkmaz.
O görüntüde ne samimiyet vardı, ne sadakat.
Eskilerin dediği gibi:
“Tavuğu pişir, ayarı sor” derlerdi.
Yani biri sofrana oturuyorsa, o sana yoldaş değildir; ayarın kadar kıymetlidir.
Biz soframıza herkesi buyur ettik.
Ama kalkınca arkamızdan konuşanları da çok geç tanıdık.
Cemil Çiçek bir sohbetimizde şöyle demişti:
“Yozgatlılar birlik olmak için çok konuşur, çok toplanır ama en sonunda dağılır.”
Acı ama doğru.
Çünkü dostluklarımız kısa vadeli, hesaplarımız uzun vadeli.
Bizden biri iş yaparsa “acaba” ile yaklaşan bir yapı var üzerimizde. Kendimizi sevmeden, birbirimizi büyütemeyiz.
Biliyor musunuz, Yozgat dışında “Yozgat” adını taşıyan tam 313 dernek var.
İçeride de 310.
Ankara’da 184, İstanbul’da 72…
Bizim göçümüz harita gibi.
Önce Ankara, sonra Kayseri, Sivas, Bursa, Kocaeli, yurt dışı…
Peki, sırtında valiziyle bir Yozgatlı Ankara’ya geldiğinde kimi arar?
Akrabası yoksa bir kapı arar…
Dernek, vakıf, federasyon…
Ama o kapılarda ne buldu derseniz, işte orada başlıyor bizim kırgınlığımız.
Kapıyı açan çok, ama içeri buyur eden az.
Gönül açan az…
Bir simit ikram eden az…
Bir “hoş geldin” diyen az…
Derneklerimizin tabelası var, ismi var…
Ama içinde Yozgat var mı, bu sorgulanmalı. Yozgat dışından Yozgat’a bakıyormuş gibi yapan, şark kurnazlığı ile adımızı kullananlara geçit yok artık.
Yozgatlılık bir kimliktir, taşımasını bilmeyene ağır gelir.
Hep söylüyorum:
Beklenti büyük değil aslında.
Yozgatlının yüreği büyük.
Koca bir memleketi taşıyor içinde, hâlâ da taşıyor.
Ama kandırılmak, kullanılmak istemiyor artık.
Şimdi soruyorum:
Aynaya baktığımızda gerçekten Yozgatlı bir yüz mü görüyoruz, yoksa sadece öyleymiş gibi yapan bir gölge mi?
Cevap hepimizde gizli.
Yeter ki dürüst bakalım…
Yozgat’ı bir bütün olarak gördüğümüzde başlıyor her şey.
Viyana’daki Yozgatlı’nın kalbi ile Kadışehri’ndeki, Ankara’daki ile Almanya’daki aynı hassasiyetle atıyor mu? Dünya görüşü, farklılıklar, bakış açısındaki sapmalar olur mu, elbette olacak. Mesele neye nasıl baktığımızla alakalı.
Yozgatlı olmanın vebali büyük, lakin bu vebali taşımayı bırakın hissetmeyen, hata bu duygular üzerinden rant devşirmeye çalışanlara sözüm.
İşte onları artık barındırmaya, hak etmedikleri değeri vermeye, Yozgatlılığı ayaklar altına almaya gerek var mı?