Geçen hafta sonu yolum düştü Yerköy’e... Kim ne derse desin, Yerköy bu memleketin gizli hazinelerinden biri. Tahıl ambarı desen var, etin cenneti desen o da var! Öyle laf olsun diye söylemiyorum, Türkiye’nin dört bir yanında kebapçılar, kasaplar bilir: Yerköy’ün eti başka olur. Hayvanı otlatırsın, o etin tadında toprağın bereketi, meranın kokusu, insanının emeği damaklarda hissedilir.
Şimdi bazı okurlar “Yahu Tarık, her yerin eti güzeldir” diyebilir ama yok öyle değil... Bu işin sırrı toprakta, merada ve tecrübede saklı. Dedem derdi: “Toprağın hakkını verirsen, o da sana hakkını verir.” Yerköylü de bu hakkı vermiş kardeşim!
Hayvana eziyet etmeden, doğalına uygun beslemiş, zamanı gelince de sofraya lezzet olarak gelmiş. Hani bir laf vardır ya, “Dana kuzudan doğar ama kokusu başka olur”… İşte Yerköy’ün danası da kuzusu da kokusuyla farkını ortaya koyar!
Ama Yerköy sadece etten ibaret değil. Tarih desen var, tren hattı desen maşallah hem kara tren geçer, hem hızlı tren... Kara tren geç geç de olsa, Yerköy’ün kalbinden geçer. Tren deyince insanın aklına türkü gelir, hüzün gelir... Ama Yerköy'de tren ne hüzünlü ne geç. Hızlı trenle birlikte Yerköy, zamanla yarışan bir ilçe haline geldi. Eskiden dedem Ankara’ya gitmek için sabah yola çıkar, akşam zor varırdı; şimdi gençler çayını Yerköy’de içiyor, kahvesini Ankara’da! Sanayisine uğradım, çarşısında turladım... Valla Allah var, bereketli bir hareket var. Herkes bir koşturmaca içinde.
Esnaf tok, müşteri memnun. Hele bazı dükkanlar vardı ki, içeri girince bir sıcaklık sarıyor insanı, sanki senelerdir tanıdığın insanlar gibi muhabbet ediyorlar.
İşte Yozgat’ın öz evladı olmak budur. Samimiyet, gönülden gelen bir haldir. Yerköylü, o hali aynen yaşıyor.
Tabii dert de yok değil. Her gittiğim yerde kulağıma çalınan bir şey oldu: “Tarık bey, şu su paraları çok yüksek.
Cidden bunaldık” dediler. Birkaç kişi değil, üç-beş ağızdan aynı şikâyeti duyunca yazmak boynumuzun borcu oldu.
Su, hayatın özü. İnsan içmeden yaşayamaz. Ama musluktan su değil, fatura akarsa iş zor! Buradan Yerköy Belediye Başkanımıza nazikçe bir hatırlatma yapalım: Hemşerilerimiz bu yaz susuzluktan değil, suyun faturasından terliyor.
Yerköy’ün bir başka ilginç yanı da malumunuz Çiçekdağı’yla olan içli dışlı hali. Biri Kırşehir’e, biri Yozgat’a bağlı ama adeta iki kardeş gibiler.
Araya sınır çekmiş devlet ama gönülde sınır mı olur?
Kimi zaman esprili atışmalar olur ama sonunda yine aynı sofrada buluşulur.
“Kırşehir’in çiçeği, Yozgat’ın köyünde açar” desem, belki biraz abartırım ama mecazen de olsa bu iki ilçenin dostluğu gerçekten güzeldir.
Yerköy’de gezerken bir amca dedi ki:
— “Evlat, bu topraklar insanı çalışkan yapar. Biz çocukken sabah tarlaya gider, akşam da babamızın dükkânında yardımcı olurduk. Şimdi biraz değişti tabii ama hala mücadele var bu ilçede.” Evet, mücadele var. Hem de alın teriyle, bilek gücüyle verilen bir mücadele. Şehirler büyürken bazı değerler kaybolur ama Yerköy o değerleri tutmuş. Elinden kaçırmamış.
Belki eski günlerdeki gibi tarım aletleri üretiminde marka değil ama hala bir üretim ruhu, bir gayret var. İnşallah o günler de geri gelir. Velhasıl kelam... Yerköy sadece coğrafya değil, bir ruh halidir. Etin aroması, insanın samimiyeti, trenin sesi, pazarın kalabalığı… Her şey bir bütün. Yerköy’de olmak, bir Yozgatlının kalbine dokunmaktır. Yazımı burada bitirirken bir Yozgat atasözünü hatırlatayım:
“Önce yediğin ekmeğe, sonra suya vefa göster.”Yerköylü hem ekmeğe hem suya vefalı. Şimdi sıra yöneticilerde...